BEGIN TYPING YOUR SEARCH ABOVE AND PRESS RETURN TO SEARCH. PRESS ESC TO CANCEL

İslam Dünyasında saflar netleşiyor mu?

DİRENİŞÇİLER VE DİYALOGÇULAR
AMERİKANCILAR VE ANTİ AMERİKANCILAR
KAPİTALİSTLER VE ANTİ EMPERYALİSTLER

Hizbullah genel sekreteri ve lideri es-Seyyid Hasan Nasrallah’ın himayesinde gerçekleştirilecek olan, kendisinin de açış konuşması yapacağı, Prof.Dr.Hasan Hanefi’nin ise açılış konferansını vereceği, uluslar arası bir sempozyuma katılmak üzere geldiğim Beyrut’ta kendimi bir anda sıcak gelişmelerin ortasında bulduğumu belirterek sözlerime başlamak istiyorum.
Sözünü ettiğim sempozyum 17.7.2008 tarihinde Beyrut’ta el-Mu’tamar ed-Dâim li’l Mukâveme(Sürekli Direniş Konferansı) ile Dâru’l-Hâdî ve Dâru’l-Ma’ârif el-Hikemiyye adlı yayın kuruluşları tarafından ortaklaşa düzenlenecek olan “ İslamcılar ve “Direniş ile Milli projeler arasındaki ilişki” meselesi” konulu sempozyum olup, ben de “ es-Siyase et-Turkiyye ve Mefhûmu’l-Mukâveme (Türk Siyaseti ve Direniş kavramı)” başlıklı bir tebliğ sunmak üzere bu sempozyuma davet edilenler arasındaydım. Ancak Beyrut’taki birkaç günlük ikametim esnasındaki gözlemlerim, Arap medyasından edindiğim izlenimler, çeşitli şahsiyetlerle olan temaslarım,görüşmelerim ve tartışmalarım sonucunda bende oluşan düşünce ve kanaatlerin kamu oyuyla paylaşılması gerekecek kadar önemli olduğu sonucuna da varmakta gecikmedim. Çünkü yukarıdaki başlıklarda da işaret etmeye çalıştığım üzere, gerek Lübnan’da, gerek Filistin’de, gerek Irak’ta, gerek Yemen’de, hatta işin aslına bakılırsa bütün İslam ülkelerinde giderek netleşen bir ayrışma artık giderek daha fazla göze batar hale gelmektedir. Nitekim bu tarihte Beyrut’ta “el-Mukâveme (Direniş)” kavramı etrafında uluslararası bir toplantı düzenlenirken, aynı günlerde Madrid’de “el-Hıvâr(Diyalog)” kavramını merkeze alan bir toplantının düzenlenmesi, üstelik bu toplantıya öncülük eden Suudi Arabistan’a yakın kanalların sürekli bu toplantının tanıtım ve propagandasını yapması bu konuda verilebilecek en son örneklerdendir.
Gelelim sözünü ettiğim son derece sıcak gelişmelere. Şu anda ülkemizde medyaya ne kadar ve nasıl aksettiğini bilemediğim bu gelişme için söylenebilecek tek şey var, o da: İradenin zaferi. Zira sempozyumun yapılacağı gün, İsrail ile esir takasının yapılacağı gün idi ve bu yüzden de sempozyum bir gün sonrasına kaydırıldı. Aslında sadece esirler değil, şehit düşen mücahitlerin cenazeleri de geri alınacaktı. Buna mukabil ölmüş olan İsrail askerlerinin cenazeleri de karşı tarafa iade edilecekti. Daha önceki operasyonlarda şehit düşen Imad Muğniye’nin aile ismine izafeten bu girişime “Ameliyyetu’r-Rıdvân (Rıdvan operasyonu)” adı verilmiş, bütün Beyrut caddeleri ve sokakları, bilhassa Hizbullah’ın bölgesi sayılan “ed-Dâhıye(Banliyö)” kesimi Lübnan ve Hizbullah bayraklarıyla, geri alınan esirlerin başı Semîr el-Kantâr ve diğerlerinin resimleriyle donatılmıştı, Beyrut tam bir bayram havası yaşıyordu. Esirlerin geri alınması Hizbullah’ın öncülüğündeki “el-Mukâveme(Direniş)” hareketinin bir zaferi olmakla birlikte, Lübnan devlet başkanı Mişel Suleyman, bakanlar, İlerici Sosyalist Parti lideri Velid Canbolat, Şii hareket olarak takdim edilen anti emperyalist ve direnişçi Hizbullah’a karşı Sünni cephe olarak sunulmaya çalışılan, ama aslında Amerika ve Batı yanlısı tutumu ile öne çıkan “ el-Mustakbel” hareketinin başında bulunan Rafîk el-Harîrî’nin oğlu da bu başarıyı kutlayanlardan idi. Ne var ki bu zaferi kutlamak amacıyla yaptığı konuşmada Harîrî’nin oğlunun bu zafer karşısında sevinçten uçtuğunu söylemek te zor görünüyordu. Tabiatıyla bu zaferi tam gün ekranlara taşıyıp, saniye saniye gelişmeleri ekranlarına taşıyan “el-Menâr” televizyonu oldu. Mamafih Lübnan’daki ve diğer İslam ülkelerindeki pek çok kanal da aynı yoğunlukta olmasa da bu önemli gelişmeye sık sık yer vermekte kusur etmedi. Bu gelişme üzerine kesintisiz yayın yapan el-Menar TV, bir yandan gelişmeleri an be an ekranlara taşırken, öte yandan bu uluslararası sempozyuma katılan ilim ve fikir adamlarını peyderpey stüdyoya davet edip, canlı yayında onlarla gelişmeleri değerlendiriyordu. Bu yayın faaliyeti içerisinde bendenizi de Hasan Hanefi ile hayli uzun sayılabilecek bir süre içerisinde ekranlara misafir ettiler. Ertesi gün ise Lübnan ve çevresinde geniş bir alana yönelik yayın yapan İzâ’atu’n-Nûr( Nur Radyo)” da, ülkemiz hakkında geniş kapsamlı bir program gerçekleştirdik.
Daha sonra Filistin Araştırmaları alanında faaliyet gösteren bir araştırma merkezine Suriyeli dostumuz Prof.Dr.Huseyn Cum’a ve el-Ehrâm Stratejik Araştırmalar Merkezi uzmanlarından Mısırlı dostumuz Prof.Dr.Muhammed Saîd İdris ile birlikte ziyaret bulunduk. Bu kısa ziyaret esnasında İran’lı bir başka akademisyenin de davet edilip katılmasıyla, Türkiye, İran ve Arap Dünyası arasında İslam Dünyasının geleceğini ilgilendiren konularda işbirliği imkanlarının tartışılacağı bir platform veya yapılanma gerektiği üzerinde fikir birliğine varıldı ve bu mütevazi dostluk buluşmasına bu üç dünyayı temsilen katılanlar, ülkelerine döner dönmez bu konuda çalışmalara girişmeyi vazife addedercesine, tam bir adanmışlık içerisinde birbirlerine veda ederek ayrıldılar.
Yine Prof. Cum’a ve Prof. İdris ile birlikte Cuma namazını kılmak üzere Hizbullah’ın manevi lideri Şeyh Fadlallah’ın namaz kıldırdığı camiye gittik. Sıkı güvenlik tedbirlerinin alındığı camiye, sempozyum organizasyonundan bir görevlinin rehberliğinde girerek Cuma namazını kıldık. Ülkemizde minberlerden okunan Cuma hutbesi uygulamasından farklı olarak, bu camide kıble istikametindeki yüksek bir balkondan cemaate hitap eden Fadlallah’ın burada da sıkı bir şekilde korunmakta olduğu dikkatlerden kaçmıyordu.
Burada Fadlallah’ın okuduğu hutbe üzerinde de ayrıca durmak gerekir; zira kanaatimce buradaki uygulama – tıpkı daha önce Cuma namazını kıldığımız Isfahan’da ve muhtemelen İran’ın diğer camilerinde olduğu gibi – İslam’da hutbenin vazediliş amaçlarına gayet uygun bir biçimde gerçekleşmektedir. Çünkü İran’da da olduğu gibi hutbeler iki bölüme ayrılmakta, bir bölümde sosyal meselelere temas edilirken, diğer bölümde ise siyasi konular – ülkenin, bölgenin ve İslam dünyasının geleceği ve dünyadaki gelişmeler – ele alınmaktadır. Nitekim Fadlallah ta, Hizbullah’ın başarılı bir şekilde yürüttüğü görüşme ve pazarlıklar sonunda İsrail ile esir mübadelesini gerçekleştirmesinin hemen akabinde yaptığı bu Cuma konuşma (hutbe)sinde, “el-Mukâveme(Direniş)” merkezli ve anti-emperyalist, anti-Siyonist, anti-Amerikancı, Lübnan’daki direniş karşıtı ve işbirlikçi çevrelere uyarılar da içeren çok güzel bir mesaj verdi. Bu suretle Cuma hutbelerinin İslam ümmetinin sosyal ve siyasi meselelerinin ele alındığı, kitlelerin bilgilendirilip bilinçlendirildiği bir zemin olması gerektiği hususunun Beyrut’ta müşahhas olarak yerine getirilmekte olduğuna dair bir örneğe şahit olma imkanımız oldu.
Cuma hutbesinin okunmasının ardından yine Fadlallah tarafından Cuma namazının kıldırılmasından sonra, sempozyum görevlisinin çabaları sonucunda, kendisiyle görüşmek için bekleyen kalabalıklara rağmen, Fadlallah bizlerle görüşmeyi kabul etti. Pek te kısa sayılmayan bu görüşme esnasında, Fadlallah’a daha önce DOĞU KONFERANSI olarak kalabalık bir heyet halinde kendisini evinde ziyaret etmiş olduğumuzu ve Beyrut’a bu defaki geliş sebebimizi anlattıktan sonra, onun özellikle Türkiye’ye fevkalade önem atfeden tutumu ve çok sıcak dostluk mesajları, hatta diğer arkadaşlarıma değil de sadece bana, Türkiye’ye ve oradaki dostlara kendisinin selamlarını götürmemi söylemesi, orada bulunanların da dikkatinden kaçmadı.
Bu arada Fadlallah hakkındaki şahsi kanaatimi de belirtmekte yarar görüyorum. Zira gerek Lübnan’da gerek diğer İslam ülkelerinde hayli itibar gören Şeyh Fadlallah’ın, ülkemiz medyasına da yansıyan bazı fetvalarını fazlaca gevşek bulduğum için medyada kendisine eleştiri yöneltmiş, hatta böyle birisinin böylesi gevşek fetvaları nasıl verebildiğine dair hayretimi de gizlememiştim. Ancak Beyrut’ta kendisinin okuduğu Cuma hutbesini dinledikten sonra, bir din adamı olarak sergilediği fevkalade sağlıklı siyasi bilinç karşısında, Fadlallah’a olan bakış açım da değişti ve onun, Lübnan, Ortadoğu ve İslam Dünyasının geleceği bakımından önemli bir kanaat önderi olduğunu düşünmekten kendimi alamadım, hatta keşke bizdeki din adamları da böylesi entelektüel, politik bilinç düzeyi yüksek, anti-siyonist, anti-emperyalist ,anti-kapitalist bir tablo çizebilse diye hayıflanmaktan kendimi alamadım. Fadlallah’ın bu yönüne ek olarak, onun ilerlemiş yaşına rağmen sergilediği mücadele azmi, enerjisi ve dinamizmi, kısacası dava adamı olma özelliği de göz önüne alınınca, onun gerçekten saygı duyulmaya layık bir şahsiyet olduğu sonucuna varmakta tereddüt etmedim.

Toplantı programına gelince aşağıda Türkçe çevirisini sunuyoruz:

İSLAMCILAR VE DİRENİŞ İLE MİLLİ PROJE(LER) ARASINDAKİ İLİŞKİ
MESELESİ
18.08.2008 Perşembe, Marriott Oteli / Beyrut

Sempozyum Programı

Açılış : 10.00

Kur’an-ı Kerim
Lübnan Milli Marşı
Sempozyum Genel Koordinatörünün Konuşması
Sempozyumun kendisinin himayesinde gerçekleştiği Hasan Nasrallah’ın Konuşması

Açılış Konferansı: (Oturum Başkanı: Muhammed Şirrî /Lübnan)
İç Baskı ile Dış Saldırı Arasında Direniş(Prof.Dr.Hasan Hanefi/Mısır)

Birinci Oturum: Ümmete Bağlılık ile Milli Mensubiyet Arasında İslamcılar
(Oturum Başkanı:Talâl Itrîsî /Lübnan)
Ümmete Bağlılık ile Milli Mensubiyet Arasında İslamcılar(İslami ve Milli Projelerin
Birleşririlmesi)(Prof.Dr.Muhammed Saîd İdris /Mısır)
Direniş:Milli Projeden Ümmet Projesine ( Bilal et-Tell/Ürdün)

Ümmete Bağlılık ile Milli Mensubiyet Arasında İslamcılar(Dr.Ğassân Tâhâ/Lübnan)

İkinci Oturum:İslamcılar ve İktidar Meselesi
(Oturum Başkanı:Ğazi Huneyne /Lübnan)

Teorik Temeller ve Siyasi Uygulamaların Analizi Açısından İslamcılar ve İktidar
Meselesi(Dr. Abdulilâh Bilkızîz/el-Mağrib)

İslamcılar ve Sivil Toplumun İnşası- Mısır Tecrübesi(Hişam Ca’fer/Mısır)

İslamcılar ve İktidar Meselesi – Hamas Tecrübesi (Dr.Azzâm et-Temîmî/Filistin)

İran ve Direnişçi Kimlikler ( Dr. Muhammed Sâdık el-Huseynî / İran)

Üçüncü Oturum: Direniş ve Direniş Toplumu
(Oturum Başkanı:Suleyman Takıyuddin / Lübnan)

Direniş ve Mili Eğitim (Prof.Dr. Hüseyin Cum’a /Suriye )

Lübnan’ın Savunma Stratejisinde Direniş ( General Velîd Sukriye )

Modern Devletin Öncelikleri ve Ulusal Silahlı Savunma Hakkı ( Sa’dullah
Mezru’ânî)

Dördüncü Oturum:Direniş ….Tecrübeler ve Bakış Açıları

(Oturum Başkanı: Şefîk Cerâdî/Lübnan)

Türk Siyasetinde Direniş Kavramı (Prof.Dr.Mehmet Hayri Kırbaşoğlu / Türkiye)

Arap ve Batı Medyasında İslami Direniş (Dr. İbrahim el-Mûsevî /Lübnan)
Bu program Hasan Nasrallah’ın konuşması hariç aynen uygulandı. Son oturum başkanı olan Prof. Dr. Muhammed Nureddin gelmeyince, onun yerine genel koordinatör oturuma başkanlık etti.
Katılımcılarla ilgili olarak işaret edilmesi gereken bir diğer husus ise, başta Hasan Hanefi olmak üzere, DOĞU KONFERANSI girişiminde aktif rol almış olan,Hişam Ca’fer Muhammed Said İdris, Huseyn Cum’a, Muhammed Nureddin ve Mehmet Hayri Kırbaşoğlu gibi isimlerin ağırlıklı katılımıydı. Bu da Doğu Konferansı Girişimi ve vizyonu adına sevindirici bir şeydi.
Gelelim sempozyumun muhteva açısından değerlendirilmesine. Protokol konuşmalarının ve organizasyonu gerçekleştiren ev sahiplerinin açış konuşmalarını müteakiben Prof.Dr. Hasan Hanefi’nin açılış konferansı ile ilk oturum başlamış oldu. Direnişçi, yenilikçi ve eleştirel tavrını her zaman olduğu gibi sürdüren bu “direniş filozofu”nun konuşması muhafazakar kesimlerin mırıldanmalarına yol açması beklenen bir şeydi. Aslında temel mesele, toplantının tamamında gözlenen “mektepli- medreseli” ya da “sarıklı-kravatlı” farkından başka bir şey değildi. Nitekim sarıklıların ilgilendikleri konuların “eş-şehîd eş-şer’î (İslami anlamda şehit)” meselesi gibi tikel fıkhi-kelami hususlar olması, bu konuları ele alırken “nassçı” ve “parçacı” bir yol izlemeleri karşısında Hasan Hanefi’nin İslami olmayan (mesela Marksizm, Sosyalizm, Milliyetçilik, Liberalizm, Hıristiyanlık gibi ) ideolojilere ve dinlere mensup olanların Lübnan direnişi uğrunda kendi değerleri doğrultusunda hayatlarını feda etmelerine saygı duyduğunu, Müslümanların İslami değerlerinden, başkalarının da kendi değerlerinden ilham alarak bu direnişte yan yana aynı safta mücadele etmelerinin İslam’a aykırı bir yönü bulunmadığını vurgulaması aradaki farkı açıkça gözler önüne seren bir örnek idi. Keza, sarıklıların sık sık ayet ve hadis okuyarak görüşlerinin savunmak ve temellendirmek istemeleri karşısında da Hasan Hanefi’nin “istesem ben de sizin okuduklarınızın tam tersi istikamette ayet ve hadis okuyabilirim, ama bu bir çözüm getirmez” diyerek, kendimizi sadece nasslarla sınırlayarak meselelerimizi tartışmanın isabetli olmadığına dikkatleri çekmesi de bakış açıları arasındaki fark konusunda bizlere fikir vermektedir. Elbette bütün bu itiraz ve tartışmalara rağmen açılış konferansını verme şerefinin Hasan Hanefi’ye verilmiş olması, ayrıca Şii-Sünni, Müslüman –Hıristiyan, muhalif muvafık herkesin onun önemli bir İslam düşünürü olduğunda hemfikir olması, Hasan Hanefi’nin ağırlığı konusunda da bizlere yeterince fikir verecek niteliktedir.
Söz sarığa gelmişken bir hususa daha işaret etmekte fayda olduğu kanaatindeyim ki, o da sarıklı cübbeli Müslüman din adamlarıyla, dini kisvesiyle Hıristiyan din adamlarının bu sempozyumda yan yana oturmaları, sadece Şiilerle Sünnilerin değil, bu ikisiyle beraber Hıristiyanların da bu sempozyuma katılmış olmaları, ancak kendilerini azınlık veya yabancı gibi hissetmemeleri, hatta bazı Müslümanlardan gelen Hıristiyanlara yönelik eleştiri ve sataşmalara, tam bir özgürlük ve özgüven içerisinde cevap vermekten geri kalmamaları, dahası bu konuda hanım katılımcıların başı çekmeleriydi. Katılımcı profili konusunda dikkat çeken bir diğer husus ise, oldukça dekolte sayılabilecek kıyafetteki hanımların çarşaflı hanımlarla bu fotoğrafta yer alması, aralarındaki rahat ve samimi ilişkiler, buna mukabil gerek toplantı gerekse yemek salonlarında organizasyonun haremlik-selamlık uygulamaya çalışması gerek toplantı, gerekse Lübnan toplumu hakkında fikir verebilecek gözlemlerdi. Belki bu gözlemlere bizim pek alışık olmadığımız, elindeki sigarayı tüttüren sarıklı cübbeli hocaların rahatlığını da eklemekte de yarar olabilir.
Açılış konferansının ve müteakip oturumlarda sunulan tebliğlerin ve yapılan müzakerelerin genel olarak değerlendirilmesine gelince, söylenmesi gereken ilk şey, İslam Dünyasının ve bilhassa işgal veya işgal tehdidi altında bulunan bölge ve ülkelerin “Direniş” kavramını merkeze alan bir din anlayışı, siyaset ve strateji geliştirmek mecburiyetinde olduğu noktasında tam bir fikir birliğinin mevcudiyeti idi. Bu son derece sağlıklı ve hayati öneme önemi haiz bakış açısının kitlelere mal edilmesi, bilhassa gelecek nesillere aktarılması konusunda neler yapılması gerektiğinin de ele alınması, toplantıya katılanların meseleleri ne kadar bilinçli, kapsamlı ve uzun soluklu olarak ele aldıklarını göstermesi bakımından fevkalade sevindirici idi. Toplantının doğrudan İsrail işgal ve tehdidinin mağduru olan Lübnan’da yapılmış olması, “Direniş” in fiili savunma boyutunu ister istemez ön plana çıkarmış olsa da, farklı coğrafyadan gelmiş olan diğer katılımcıların, bir zihniyet ve tutum olarak, siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel olmak üzere her alanda kapsamlı bir direniş düşüncesinin geliştirilmesinden dem vurmaları, meselenin sadece silahlı direnişe indirgenmesi riskini büyük ölçüde azaltmış oldu. Tabiatıyla Lübnan’daki çeşitli politik, dini, ya da sosyal grupların kendi içlerindeki gerilimlerin de bu tartışmalarda rol oynadığına işaret etmeden geçmemek gerekir. Nitekim “Direniş” kavramının Şii ağırlıklı olduğu sık sık dile getirilen Hizbullah ve çevresi tarafından seçilmiş olmasına mukabil, yine Sünni bir hareket olarak nitelendirilen “el-Mustakbel” hareketinin “Direniş”i değil de “el-Mustakbel(gelecek)” kavramını bayraklaştırması, aslında Lübnan’daki ayrışma ve mücadelenin dini ve etnik değil, tamamen politik olduğunu, Sünni denilen bloğun aslında Batıcı ve Amerikancı, Şii denilen bloğun ise anti-emperyalist ve anti-Amerikancı olduğunu gösterir niteliktedir.
Direniş bilincinin geliştirilmesi gerektiği konusunda toplantıda ortaya çıkan fikir birliği ne kadar önemli ise, bu kavramın kapsamının genişletilerek, küreselleşmenin, emperyalizmin, kapitalizmin hayatın bütün alanlarındaki olumsuz etkilerine karşı durmak; insana ve tabiata karşı olan her türlü gelişmeye karşı tavır almak ve mücadele etmek şeklinde içeriklendirilmesi de o kadar önemliydi.
Önemli bir başka husus ise, son zamanlarda giderek daha sıklıkla dile getirilen, öncelikli olarak Türk(çe), Arap(ça), Fars(ça) dünyaları arasında müşterek çalışma yapmanın zaruretinin bu toplantıda bir tebliğ konusu olması, bilahare toplantı dışında da müzakere edilmesiydi. Mısır’dan Prof. Dr. Muhammed Said İdris’in sunduğu tebliğ tam da bu konuya tahsis edilmişti. Batı’lı emperyalist güçlerin sürekli parçalı bir halde tutmaya, bir araya gelmelerini engellemeye ve aralarında sürtüşme ve çatışma çıkarmaya çalıştığı bir dönemde, bu üç dünyanın işbirliği yapmasının fevkalade önemine işaret eden İdris, aslında tabii olarak “olması gereken” e de dikkat çekmiş oluyordu. Arap Dünyasında önde gelen araştırıcılardan biri olması hasebiyle İdris’in bu konuyu önemsemesi ve gündeme getirmesi, ileride bu konunun daha mufassal bir şekilde tartışılmasına ve sunduğu bakış açısının geliştirilmesine vesile olabilirse, önemli bir katkıda bulunmuş olacaktır.
Toplantı, Hizbullah ile İsrail arasında yapılan esir teatisinin gölgesinde kalmış olsa da, toplantıya katılanların, temsil ettikleri ülkelerin kamuoyunu belirlemede etkili isimler olması, içlerinde uluslararası itibara sahip entelektüellerin bulunması, toplantıya egemen olan karşılıklı anlayış ve iyi niyet, ama en az bunlar kadar önemlisi, bu entelektüellerin Hizbullah’ın göz kamaştırıcı başarısının bizzat şahidi olmaları ve bu yaşanan tecrübeyi kendi ülkelerine taşımalarının doğuracağı muhtemel sonuçların farkında olmaları, toplantının önemini beklenenin ötesine taşıyordu. Emperyalist güçlerin karmaşa çıkarmak ve kontrolüne almak için sergilediği bütün çabalarına rağmen, İslam Dünyasının bu küçücük bölgesinde yaşanan bu tür gelişmeler, Hizbullah’ın bu başarısının, Lübnan’daki muhalif muvafık bütün gurupları bir araya getirmesi, en azından muhaliflerin kendilerini buna mecbur hissetmesi, emperyalizm karşıtı bütün hareketler için manevi bir destek teşkil edebileceği gibi, İslam Dünyasındaki Cihat bilincini ve bu yolda sergilenen çabaları fevkalade güçlendirecek, emperyalizmin, yeryüzündeki kontrolsüz güçlerin karşı konulamaz ve yenilemez olmadıklarını bir defa daha dünyaya göstermiş olacaktır. İşte bu toplantının asıl önemi de, direniş bilincinin güçlenmesi ve yaygınlaşması açısından taze bir ilham kaynağı olmasında yatmaktadır.
Allah, bu toprakların öz evlatları olan Müslüman’ı, Hıristiyan’ı, Marksist’i ile, Dürzi’si, Sünni’si Şii’si ile bu kutsal direnişin kahraman öncülerini ve erlerini başarıdan başarıya koştursun. Amin.
.