BEGIN TYPING YOUR SEARCH ABOVE AND PRESS RETURN TO SEARCH. PRESS ESC TO CANCEL

Biz de başımıza Bilge-Kral’lar istiyoruz

DOĞUDAN dergisinin son sayısında “Ruh İkizleri: Nurettin Topçu ve Ali Şeriati” başlıklı bir yazı yazmış, bu yazının yerine aslında Nurettin Topçu ağzından iktidara yönelik bir mektup yazmayı planladığımı, ancak bunu erteleyerek, yerine yukarıda adı geçen yazıyı kaleme aldığımı belirtmiştim. Mamafih Nurettin Topçu’nun ağzından böyle bir mektup yazmaktan tamamen vazgeçmiş değilim. Ancak böyle bir mektup yazmak şu anda söz konusu olmasa da, onun yerine bir ölçüde kâim olabilecek bir yazı ile bir deneme yapmak ta fena bir fikir değildi. Nitekim “Nurettin Topçu 100 yaşında: 1. Türkiye Ahlak Şûrâsı” serlevhalı toplantıya hem bildiri sunan, hem de toplantıyı başından sonuna kadar takip eden biri olarak epey malzeme de elime geçince, bu fikri fiiliyata dökmek için şartlar yeterince olgunlaşmış ve oluşmuş oldu. 16-17 Ocak 2010 tarihlerinde İstanbul’da İTO himayesinde Yazarlar Birliği tarafından düzenlenen bu toplantı aslında dikkatlice “okunduğunda” dile getirilmeyen pek çok hususu dile getiren bir tür turnusol kağıdı görevi gördü benim için. Bu toplantıda söylenen ve söylenmeyenlerin ışığında, bende oluşan kanaat, duygu, düşünce ve çağrışımları burada sizlerle paylaşmak istiyorum.

Her ikisini de unutmuş olan topluma, hem Nurettin Topçu’yu hem de Ahlak meselesini
hatırlatması bakımından bu toplantıya vesile olanları ve emeği geçenleri tebrik etmek elbette hakşinaslık gereğidir. Ne var ki bu toplantının açılışında görülen düşük profilli katılımın, bu teşekkürü hak edenler tarafından “Tam da Nurettin Topçu’nun tevazu ve mahviyetine yakışan bir toplantı” şeklinde nitelendirilmesinin, aslında toplumun Topçu’ya karşı olan kadir bilmezliğinin kamufle edilmesi anlamına geldiğinde kuşku yok. Zira bütün ilim, fikir ve sanat erbabı, eserleri kitlelere mal olsun diye çaba sarf eder, hele Topçu gibi toplumsal değişim alanında da idealleri olan birisi için durum evleviyetle böyledir. Bu sebepledir ki, toplumumuzun Topçu’ya karşı sergilediği bu ilgisizlik ve onu nisyana mahkum eden vurdumduymazlığı affedilir bir şey değildir.

Toplumumuzun, hem de İslam’ı, İslamcılığı – acaba böyle bir şey kaldı mı dersiniz? – dindarlığı ve muhafazakarlığı şiar edinmiş olan – ya da öyle görünen – kesimlerinin, hele hele bu kesimlerin üslendiği İstanbul’daki kardeşlerimizin Topçu’ya verdiği değer işte bu kadarcık idi: Gerek açılış toplantısında, gerekse müteakip oturumlarda, ne salonlar hıncahınç doldu, ne yoğun medya ilgisi vardı, ne de katılımda en üst düzey profil söz konusuydu. Sözüm ona “İslami-Yeşil Medya” bile ortalarda görünmedi, televizyonlarda harıl harıl Topçu da anlatılmadı, gazeteler de onu sükûtla geçiştirdi, İslamcı, muhafazakar – acaba bunlar neyi muhafaza ederler? – köşe yazarları başta olmak üzere, çok cüz’i bir iki istisna dışında durum buydu.
Ama üzücü olan sadece bunlardan ibaret değildi. Zira tam da bu önemli şahsiyetin anısına böylesi hayati önemi haiz bir konunun ele alındığı tarihlerde İstanbul’da başkaları da vardı. Ancak onlar İstanbul’a Nurettin Topçu ve Ahlak meselesi için değil, havai fişek gösterilerini izlemeye gelmişlerdi, mamafih havai fişek gösterilerini izlemeleri Nurettin Topçu ve Ahlak Meselesi’ne destek vermelerine, bizzat bu toplantıya – ve lev sembolik de olsa – katılmalarına da engel değildi. Üstelik bu önemli şahsiyetler aynı günlerde Sezai Karakoç belgeseli ile ilgili galaya katılmaktan da geri kalmamışlardı. Ama Nurettin Topçu anısına düzenlenen ahlak şurası, onların medyatik bir programa vesile olduğu için katıldıkları gala türünden bir toplantı değildi, dolayısıyla ortada katılmak için pek de ikna edici bir sebep yoktu. Sözünü ettiğim bu iki önemli, şahsiyet kimdi? Tabii ki onlar ag (Abdullah Gül) ve rte (Recep Tayip Erdoğan)’den başkası değillerdi.
Bu başlığı atarken aslında aklımdan neler geçtiğini sizlerden niye saklayayım? Aklımdan geçen üstat Necip Fazıl’ın BÜYÜK DOĞU’sunda attığı o meşhur başlıktan başkası değildi: “Başımıza Kulak İstiyoruz!” Üstat o zaman olmayanı istiyordu, o da kulak idi. Bugün biz de onun izinden giderek olmayan, ancak olması gerekeni istiyoruz: “Bilge Devlet Adamı!” Yani mesela Topçu’yu havai fişek gösterisine tercih eden devlet adamları!!!
Onların Nurettin Topçu’nun hatırasına olan saygıları ve Ahlak Şurası’na verdikleri önem konusunda önemli bir gösterge olan bu üzücü durum karşısında, insan hayıflanmaktan, hatta kahrolmaktan, dolayısıyla kendi kendine şöyle söylenmekten kendini alamıyor: Allah bizlere de Aliya İzzetbegoviç gibi bilge krallar nasip edecek mi?
Peki başta devlet ricali olmak üzere “önemli!” makamlarda bulunanların Nurettin Topçu karşısındaki bu ilgisizlikleri sadece ilgisizlikle açıklanabilir mi? Bana kalırsa bu durumu açıklamak için zayıf ta olsa bir başka sebep daha söz konusu olabilir ki, o da “Nurettin Topçu Korkusu”dur. Evet Nurettin Topçu’nun geçmişte söyleyip, bu toplantıda tekrar söyleyeceklerinden duyulan korku da bu ilgisizliğe, daha doğrusu kaçışa sebep olmuş olabilir. Çünkü Nurettin Topçu’nun fikirleri, bilhassa Müslümanlara, daha doğrusu Müslüman geçinenlere olan eleştirileri öyle yenilir yutulur cinsten şeyler değildir. Hele onun bu eleştirilerinin kendi dönemine göre çok daha haklı, geçerli ve gerekli hale geldiği günümüz şartlarında. Adalet kavramını düşünce ve hayatının merkezine yerleştiren, bu sebeple –materyalist yönlerini bir tarafa bırakarak- sosyalizm ve komünizm davalarının ahlaki birer hareket olduklarını çekinmeden dile getiren, hem de bunu Müslüman, sağcı ve muhafazakar kesimlerin yüzüne – haykırmaktan çekinmeyen, Müslümanları sahte dindarlar, din adamlarını mabet artistleri gibi ağır eleştirilerinin odağına yerleştiren, emekten, işçinin hakkından, sömürüden, sosyal adaletsizlikten, fakirlikten, mülkiyetin bozucu etkilerinden hemen her eserinde yoğun bir biçimde söz eden Topçu’nun söyleyeceği her sözün, bu çizginin tam tersi istikamette yol alanların kafasına balyoz gibi ineceğinde hiç kuşku yoktur.
Sık sık çeşitli vesilelerle ifade etmeye çalıştığımız gibi, mücahitlerin müteahhitlere, tasavvuf ehlinin tasarruf ehline dönüştüğü, dindar geçinen geniş kesimlerin iktidardan pay alma sevdasına düştüğü, “şehvet – şöhret – rüşvet” şeytan üçgeninin kıskacında kıvrandığı, “masa –kasa – nisa” sloganını şiar edindiği bir dönemde, İslam’a aykırı sayısız uygulamaların İslam kılıfına büründürülerek meşrulaştırılmasından dahi çekinilmediği bir “dibe vurma” döneminde, İslami, ahlaki ve insani değerlerden boşanıp, var gücüyle ve olanca hızıyla küresel kapitalizme eklemlenme, tüketim toplumu haline gelme sürecine girildiği bir zamanda, Nurettin Topçu’nun bu gibilerin huzurunu kaçıracağı, onları tedirgin edeceği gün gibi ortadadır.
Mamafih adalet terazisini elden bırakmamak adına, bu tenkitleri hak edenin sadece devlet ricali olmadığını, bu sitem ve tenkitlerin odağında yer alabilecek başka kesimlerin de bulunduğunu ekleyelim. Bu kesimlerin başında ise kuşkusuz İlahiyat ve Diyanet çevreleri gelmektedir. Zira toplantının oturumlarında ne diyanet reisi, ne üst düzey elemanları, ne de İlahiyat fakültelerinin dekanları, bölüm başkanları, öğretim üyeleri vardı. Topçu anısına düzenlenen bu toplantıda tebliğ sunan İlahiyatçı akademisyenler ve Diyanetten katılan tek temsilci dışında, bir başka vesileyle de olsa İstanbul’a gelmiş ve bu toplantıya katılmış olan İlhami Güler dışında bu iki çevreden ciddi herhangi bir katılımın mevcudiyetine ben şahit olamadım. Diyanet ve İlahiyat camiasının durumu buydu da, İslamcı pehlivanların, her biri bir gazetenin bir köşesini tutmuş olan yazarlarımızın, yayınevlerimizin, televizyon kanallarımızın ve radyolarımızın, cemaat ve tarikatlarımızın, mahalli idarelerin üst düzey yöneticilerinin, sendikalarımızın durumu çok mu farklıydı, iddiamızın aksine onların yoğun bir ilgisi ve geniş bir katılımı söz konusuydu? Ne gezer!
Sürekli olarak her kesimin “üst düzey”lerinden niye söz ediyorum da, alt tabakalardan söz etmiyorum dersiniz? Sebebi gayet açık: Zira toplumun karşı karşıya bulunduğu ve Nurettin Topçu’nun da mücadele etmek için hayatını vakfettiği olumsuzluklar karşısında çözümün parçası olması gerekenler şu anda problemin parçası olmuş durumdalar da ondan. Özetlemek gerekirse, Nurettin Topçu günümüz Müslümanlarının Müslümanlık iddialarının test edilmesini, onların dindarlıklarının gerçek yüzünün ve hakiki seviyesinin ortaya çıkmasını, samimiyetlerinin derecesini test etmeye yarayan bir “turnusol kağıdı”dır. Onun için Topçu’yu tanımak, onun fikirleriyle tanışmak, sonra da kendi kendimizle yüzleşmek, herkesin harcı değildir. Muhtemelen rahmetlinin bu toplumda nisyana mahkum edilmek istenmesinin arkasında da bu gerçek yatmaktadır.
Bütün bu acı değerlendirmeleri abartılı bulanlar da olabilir. Bu şekilde düşünenlere sözümüz şu olabilir: Vakit geç değil. Denemesi bedava! İstanbul’daki toplantının bir benzerini, hem de daha genişletilmiş şeklini Ankara’da, başkentte,pâyitahtta da tekrarlayalım, eleştiri oklarına maruz kalanlara da tek tek haber verelim, sonucu da hep birlikte görelim.
Bu başlangıç yazısında üslubun sert olduğu şeklinde bir itirazın da gelebileceğini düşünerek, bu düşüncede olanlara hatırlatmak isterim: Dert söyletir, tıpkı Nurettin Topçu’ya da söylettiği gibi.