BEGIN TYPING YOUR SEARCH ABOVE AND PRESS RETURN TO SEARCH. PRESS ESC TO CANCEL

Sabah Gazetesi Röportaj: İslamiyette kadının yeri eskiden daha iyiydi

Röportaj: Balçiçek PAMİR, Sabah Gazetesi, 27/10/2003

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Profesörü Dr. Hayri Kırbaşoğlu, “Hz. Peygamber döneminde kadınlar cuma namazına giderdi, bayram namazına bile gelmeleri istenirdi” diyor.
“Kadınların özel hallerinin ilmihalleri bile erkeklerce yazılmış” diye yakınan Kırbaşoğlu, Kuran’ın verdiklerinin, içeriği değil ama onu tefsir eden zihniyetin ataerkil olduğu görüşünde

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu ile İslamiyet ve Modernizmi konuşmak üzere bir araya geldik. Türkiye, İslam ve modernizm tartışmasının neresinde, Islamiyet içinde bilimin yeri nedir? Son günlerde gündeme tekrar gelen Avrupalı Müslüman kavramı ne demektir? Kırbaşoğlu ile bu sorulara yanıt aradık. Bütün bu detayları röportajın ilerleyen bölümlerinde okuyacaksınız. Kırbaşoğlu ile başörtüsü krizini ve Kuran’ın nasıl günümüze uyarlanması gerektiğini ve İslam’da kadının yerini de konuştuk. Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu, 1954 Manisa doğumlu. Mezunu olduğu Ankara İlahiyat’ta görev yapmaya başlamadan önce yaklaşık iki yıl Suudi Arabistan’da öğretim üyeliği görevinde bulunmuş. Son 6 yıldır İslamiyet isimli bir dergi çıkarıyor.

* Başörtüsü hakkında ne düşünüyorsunuz?

-Şimdi başörtüsünün dinin bir gereği olmadığını söylemek yanlış olur. Taa İsa’dan beri vardır. İncil’de başını örtmeyen kadınların saçlarının traş edildiğine dair bilgiler de görebilirsiniz. Bütün dinlerde vardır, bazı dinlerde ise sadece kadınlar için değil erkekler için de geçerlidir. Örtünme zaten doğuştan gelir, sadece kültürden kültüre değişir. İslamiyette hiçbir zaman batı tarzı açık giyinme fazla yer bulmamıştır, buna da saygı duymak lazım. Herkes çıplaklar kampına gitmek, herkes bikini ile de dolaşmak zorunda değil ama dolaşana da karışmamak lazım.

BAŞÖRTÜSÜ SORUNU

* Türkiye’nin gündemini uzun süredir meşgul eden bir başörtüsü krizi ve kamusal alan problemi var.

-Bir şeyin İslamın öngördüğü bir şey olduğunu kabullenmek ayrı, uygulamak ayrı. Kendin yapamıyorsan başkalarının yapması engellemek niye? Başörtülü olan öğrenciler, çoğu da burada, bunlar Anadolu’dan gelmiş kızlar. Yakın zamanda “Kız çocuk okusa ne olacak?” diye düşünülüyordu. Örneğin elimde öyle araştırmalar var ki, orta öğretimde Türkiye’de kız çocuklarının okuma oranı Iran’dan düşük. İran’da yüzde 69 Mısır’da yüzde 70 Türkiye’de yüzde 45. Tüm bu sonuçlar ortadayken bu tartışmalar bana anlamlı gelmiyor. Benim annemin, eşimin ve kızımın da başı örtülü. Hiç de siyasi bir amaçları yok, ben yakından biliyorum. Türkiye’de en tehlikeli zannedilen insanların bile, bu memlekete hiç de kötülük düşüncesinde olmadığı kanaatindeyim. Bazılarını belli yanlışları yapmaya iten nedenler varsa bunun suçu bizimdir, biz yeterince sosyolojik araştırma yapmıyoruz. Meseleye sadece, güç, iktidar ve kanun meselesi olarak bakmamak gerekiyor. Modern ve medeni olmak da konuşa konuşa, iletişimi sürdürerek olur. Türkiye’nin diğer Müslüman ülkelere nazaran gelişmiş bir yapısı var, herkese örnek olacak konumda. Demirperde çöktükten sonra batı kendine bir öteki anlayışına girdi bu ötekinin artık İslam olduğunu biliyoruz. Çünkü onların hegemonyalarının önündeki en büyük engel, direnç kaynağı İslamdır.

KORKULARDAN ARINMALI

* Ne konuda direnç kaynağı?

-Bütün dünyada sömürgeciliğe karşı koyanlar gücünü İslam’dan alıyorlar. Zaten merkezin hegemonyasına tepki göstermek için başörtüsü seçilmiş. Eğer Müslüman olmak problemse, ki öyledir, namaz kılıyor bunca insan camide, o zaman onlara da namaz kıldırmayalım. Nitekim bir dönem bunun örneklerine de rastlanmıştır. Başörtüsünün ayrıca bir namus simgesi de vardır. Örneğin Sütçü İmam’da olayların başlangıcı bir Fransız askerinin bir kadının başörtüsüne elini uzatmasıdır. Siz başörtüsü ile bu saldırı düzeyinde uğraştığınız zaman pozisyonunuzun nereye denk geldiğini düşünmeniz gerekir. Bu çok tehlikeli. Din ve namus çok önemlidir. İnsan dine lakayt olsa bile dini, namussuz olsa bile namusu savunur, böyle bir tabu var. Başörtüsü konusunda sosyolojik bir araştırma yapılmadan çok hoyratça davranıldığını düşünüyorum. Bu konuda karar merkezinde olanların ne yazık ki hiçbir araştırma yapmadan karar alıyorlar.

* Yaşadığımız bir Köşk krizi var. Cumhurbaşkanı başörtülü olduğu gerekçesiyle bazı vekil eşlerini resepsiyona davet etmedi.

-Bakın herkes için söylüyorum, Türkiye’nin artık korkularından kurtulması gerek. Korkularımızı atamadığımız için sürekli bu konular tırmanıyor, tırmandırılıyor. Ayrıca bu krizin başlatılmasının da çok iyi olmadığını düşünüyorum.

* Neden kötü oldu?

-Bir güven ortamı oluşturulmuştu, Türkiye’nin en büyük problemi olan ekonominin üzerine gidiliyor. Dışarda zaten dış cepheler açmak isteyenler var, yalpalamamızı bekliyorlar. Dışarıdaki sermayeye sahip güç odakları hükümetleri bile etkileyebiliyor. Yani bizim çok iyi gitmememiz bazılarının işine bile gelmeyebilir. Başörtüsü krizinin bu dönemde gündeme gelmesi, en azından sağduyu ile izah edilebilecek bir şey değil.

DİNDARLAŞMA İSTEĞİ

* Son günlerde din fazlasıyla gündemde. Tabir-i caizse din de moda mı oldu yoksa bu durum AK Parti iktidarıyla mı ilgili?

-Onun da etkisi olabilir ama ben artık insanların dindarlaşmak istediğini düşünüyorum. İslamiyet dinine göre bütün insanlar Allah’ın önünde eşittir. Bugün insanlar ekonomik kültürel alanda eğiliyor, siyasal alanda eğiliyor. Hz. Peygamber döneminde kaba kölelik vardı şimdi ise rafine kölelik var. Yani çok şey değişmemiş. O gün diyelim başka kodamanlar vardı şimdi ise birtakım güç odakları var. Holdingler, medya patronları, politik isimler, bürokrat ve yönetici tabaka. Bunlar devlet imkanlarını ellerinde tutmak gibi bir mücadele içindeler. Elit tabaka toplum katmanlarından ve sorunlarından çok uzakta. Mekke döneminde de durum aynıydı. O zaman Hz. Peygamber bozuk düzeni değiştirmek için mücadeleye girdi. Bizim de şu anda yapacağımız şey onu 14 asır önce Arabistan’da yaşamış birinden çıkararak bu yüzyılda yaşayan insanlar arasına sokmaktır. Yani düşüncelerini, evrenselliğini sosyal hayatın içine yerleştirmek önemlidir. Bugün Hz. Peygamber’i yeniden tarihe müdahil kılmak zorundayız. Hz Peygamber insanların tesbihi yoktu, tesbih vermek için mi, sakalları yoktu sakal bıraktırmak için mi veya sarık sarsınlar diye mi gönderildi? Tabii bunlar için değil. Örneğin Ömer Nasuhi Bilmen ve Ahmed Hamdi Akseki ilmihalleri 21 yüzyıla yazılmış ilmihaller değil. Daha çok 8. ve 9. yüzyıla bilgiler içeriyor. Çoğunluğu Arapça yazılmış fıkıh kitaplarından çevrilmiş. Okuyanı Arapça biliyor varsayıyor ya da sadaka için hurma ve kuru üzümü örnek gösteriyor. İlmihali de güncellemek zorundayız.

FEMİNİZM DÜŞMANLIĞI

* Mekke’deki o dönemle bugünü karşılaştırdınız. Ne gibi benzerlikler var?

-O zaman da dejenerasyon vardı. Yönetici elit bir zümre, haksızlık vardı. Eşitlik yoktu, kölelere ve kadınlara zulüm yapılıyordu. Yoksul ile zengin arasında bir uçurum vardı. Ayrıca kumar, içki, fuhuş gibi toplumsal krizler yaşanıyordu. Aynen bugünkü gibi. Bundan tek kurtuluş dindarlaşmaktan geçiyor, bana birisi başka bir çözüm yolu önerebilir mi?

* Merak ettiğim bir konu var. Eşitlik diyorsunuz, İslamiyette kadının yeri o dönemde nasıldı? Bugünkü gibi mi?

-Bakın Hz. Peygamber’den sonra dini konularda en büyük ve yetkili otorite kuşkusuz Hz. Ayşe’dir. Tarihle bunun daha çok gelişmesini beklerken nedense bu durum fazla gelişmemiş tam tersine geriye gitmiştir. Ayrıca örneğin kadınların özel hallerinden bahseden ilmihalleri bile erkekler yazmış. Bu durum asr-ı saadetle mukayese edildiğinde bir gerileme çünkü asr-ı saadette bu konuda otorite Hz. Ayşe’dir. Kadın o toplumda çok aktif. Cuma namazına geliyor. Hatta peygamberimiz kadınların çocuklarla birlikte bayram namazına gelmesini istiyor. Sünniler “Kadından devlet başkanı olmaz” diyor. Hariciler’in Şebibiye kolu “Olur” diyor. Örneğin ben sünniyim ama araştırmalarım sonucu bu ikinci görüşe ikna oldum.

* İslamiyet bu kadar eşitlikçi ve kadına önem veren bir konumdayken nasıl oldu da bugün kadın bu kadar geride?

-Benim anlayamadığım da bu zaten. Kadının ikinci plana düşmesi, ezilmesi aslında evrensel bir sorun. İslamiyet eşitliği bunca kendi içinde savunurken, kadın eşitsizliği hakkında öncü olması gerekirken olmamış. Feminizme karşı çıkmak için olmamış. Feminizmin de yanlış tarafları var, tartışılabilir ama ona karşı çıkmak için kendi doğrularını göz ardı etmek uygun değil. Kimbilir kadınlardan ne dahiler, ilim adamları çıkacak. Yeter ki fırsat verilsin. Islam aleminin yarı nüfusu atıl durumda, bu yazıktır. Okuma yazma hakkı bile verilmemiş. Dini anlamda kadınların söz sahibi olmaları uygun ve gereklidir.

* Demin kadınların özel durumlarının ilmihallerini yazanlar bile erkek dediniz. Kuran’ı tefsir edenlerde ataerkil bir yan var değil mi?

-Tabii tefsir eden erkek. O dönemde dil problemi olduğu için Kuran’ın içeriği ve verdikleri değil ama onu yorumlayanlar ataerkil düşünce yapısına sahiplerdi. Tekrar ediyorum Kuran’ın içeriği ve anlatmak istedikleri asla ataerkil değildir. Sadece uygulaması ataerkil olmuştur. O dönemde biraz sosyolojik zorunluluklardan ötürü İslamiyet hakkında yazı yazan, daha sonra kitap yazıp araştırma yapanlar da erkeklerdir. Bu anlamda günümüzde tüm İslam alemi için söylüyorum kadınlardan çok daha fazla yararlanılması gerekmektedir. Hz. Ayşe’nin yetkin otoritesi günümüzde de kadınlar arasında devam ettirilmeliydi.

* İslamiyet’teki 4 kadınla evlenme konusunda ne düşünüyorsunuz?

-O dönemin getirdiği bazı şartlar sonucu bu uygulanmıştır. O zaman kabileler vardı, harplerde kadınlar esir düşebiliyordu, kontrolsüz fuhuş vardı. Şimdi ise İslam dünyasında böyle yoğun bir talep yoktur. Gerekliliği de yoktur. Zaten Kuran ısrarla tek evliliği teşvik eder. Ancak bazı zorunlu hallerde birinci kadının rızası alınarak ikinci eşe izin verilmiştir. Örneğin çocuk olmuyordur vs… Ama mutlaka ilk kadının rızası alınmıştır. Bunlar İslami aydınlarca detaylıca tartışılabilir tabii.

Doğu ile Batı muhasebesi yapmak lazım
Batıda Hıristiyanlık sadece kiliseye hapsedilmiş bir din görünümünde. Aklın ve bilimin mutlak egemenliğine dayalı bir görüş daha vardır. İslamın ise toplumsal talepleri vardır.

* İslamiyet ve modernizm kelimelerinin bir araya gelmesi mümkün mü? Yoksa İslamiyet’in modernleşmesi mümkün değil, Müslümanlar aynı metinleri okuyarak mı çağdaş olacaklar?

-Bu bugünlerde moda oldu ama aslında İslam dünyası bunu birkaç yüzyıldır tartışıyor. Bu konuda binlerce litteratür var. Avrupa ile İslam dünyası yüzleştiği andan itibaren var. Türkiye’de ise Tanzimat döneminde başlıyor.

* Tam olarak neyi tartışıyorlar?

-Gelişen ekonomi ve teknoloji karşısında İslam dünyasının ne yapması gerektiğini tartışıyorlar. Modernizmi bir zihniyet bir dünya görüşü olarak da alabilirsiniz, bir hayat tarzı olarak da algılayabilirsiniz. İslamiyet kelimesinin de kullanımı sorunlu. Müslümanların yaşayış tarzı açısından ele alınabilir. Ne İslam’ın ne de modernizmin yekpare bir tanımı vardır. Özünde modernizmin en temel özelliği sekülarizm üzerine kurulu olmasıdır.

* Sekülarizm için örnek verebilir misiniz?

-Batıda otoriteye karşı verilen mücadelelerde, aydınlanma, Fransız ihtilali… En fazla teknoloji ve bilim alanında görebiliriz ama ona bağlı olarak siyasi, askeri hegemonyada güç ve ifadesini bulan bir durum. Bu durum kurumsallaşma ve programlaşma adı altında bütün dünyaya sunulmuştur.

* Peki bunları İslam nasıl kabul etmektedir?

-Buna İslam iki türlü cevap vermektedir. Birincisi tamamen bu tecrübeye kapılarını kapatan ve bunu görmezden gelen bir yaklaşım, ikincisi bunu olduğu gibi kabul etmeye çalışan batılılaşma taraftarları dediğimiz yaklaşım.

* Türkiye’ye bu söylediğiniz ikinci akımın temsilcisi diyebilir miyiz?

-Kesinlikle. Bir de bu konuda daha temkinli hareket etmek isteyenler var. Bazı unsurları almalıyız, bazı unsurlar konusunda da daha eleştirel bir yaklaşımda bulunmalıyız diyenler bunlar. Aslında İslam konusuna da modernizme de eleştirel bakış açısıyla yaklaşan İslam modernizmi budur. Her şeyin sorgulanmasını, tarih boyunca eklenen unsurların değişikliklerini yakından incelenmesini önerir. Yakınlarda ölen Bosna Hersek Cumhurbaşkanı Ali İzzet Begoviç’de bu yaklaşımı görebilirsiniz. Batıyı eleştirir, doğuyla batı arasında muhasebe yapar.

İSLAMİYETİN TALEPLERİ VAR

* Peki ya Türkiye?

Modernleşmeden ne anladığınıza bağlı. Tabii ki biz müslümanlar olarak uçaklara biniyoruz, teknolojiden yararlanıyoruz ama modern yaşayış tarzının İslami bilinç ve değerlerde ne kadar bir yozlaşma getirip getirmeyeceğine bakmak lazım. Batıda Hıristiyanlık sadece kiliseye hapsedilmiş bir dindir. Onun dışında aklın ve bilimin mutlak egemenliğine dayalı bir dünya görüşü vardır. Dolayısıyla bilim dışında bir başka kriter olması mümkün değildir. İslamiyet ise toplumsal talepleri olan normatif bir dindir. dönüştürücü ve direnen bir yanı vardır.

* Yani modernizmin bütün etkileri tartışılmalı

-Tabii. Modernizm bilgi ve iletişim çağını getirir, hayat kalitesinin yükseltilmesini sağlar, eğitimin yaygınlaşması, rasyonalite kavramını getirir. Ayrıca bilimsellik, insan birliği, hikmet, sosyal adalet, eşitlik, demokrasi getirir ama modernliğin ilkönce yüzüne bakmak gerekir. İmaj mı gerçek mi? Niceliğin egemenliği ve niteliğin kayboluşuna fırsat verilmemesi lazımdır. Modernizm tüketim çılgınlığı yaratır. Ayrıca çıkar savaşlarını da unutmamak gerekir. Yeni sömürgecilik anlayışı, uluslararası şirketler. Bir çok daha tehlikesi vardır. Sekülarizm tehlikesine düşmeden modernliği uygulamak gerekmektedir.

http://arsiv.sabah.com.tr/2003/10/27/g01.html