BEGIN TYPING YOUR SEARCH ABOVE AND PRESS RETURN TO SEARCH. PRESS ESC TO CANCEL

ANKARA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ (SÜNNET VE HADİS’TE ÇAĞDAŞ MESELELER /YAKLAŞIMLAR)  (Bahar 2019 VİZE ) SORU HAVUZU

 

  1. Derste önerilen; Sünnet ve Hadis’te çağdaş yaklaşımlara dair iki eser ile Kur’an konusundaki çağdaş yaklaşımlara dair iki eserin adını ve yazarını yazınız.

J.J.G. Jansen, KUR’AN’A (BİLİMSEL-FİLOLOJİK-PRATİK) YAKLAŞIMLAR

J.M.S. Baljon, KUR’AN YORUMUNDA ÇAĞDAŞ YÖNELİMLER

Daniel Brown, İSLAM DÜŞÜNCESİNDE SÜNNET VE HADİSİ YENİDEN DÜŞÜNMEK

  1. H. A. Juynboll, MODERN MISIR’DA HADİS TARTIŞMALARI
  2. Sünnet ve Hadis’e dair klasik ve çağdaş dönemdeki tartışmaların mahiyet ve üslup olarak birbirinden farklı olduğu ya da çizgisel bir gelişme sürecine işaret ettiği söylenebilir mi? Açıklayınız.

Klasik dönemde de çağdaş dönemde de konuyla ilgili tartışmaların hem mahiyet hem de üslup ve şekil yönünden büyük ölçüde benzerlik arz ettiği söylenebilir. Hem klasik dönemdeki ana blokların (Ehl-i Re’y ve Ehl-i Hadis) çağdaş dönemde de (Gelenekselci – Yenilikçi/Çağdaşçı) şeklinde varlığını sürdürmesi, hem de her iki bloğun konuyla ilgili olarak hemen hemen aynı içerik ve yöntemi sürekli tekrarlaması karşısında bir “gelişme süreci”nden söz etmek zordur. Bir gelişmeden, hatta birikimse bir süreçten söz etmeyi imkansız kılan en temel problem ise, tarafların diyalog yerine polemik yaklaşımını tercih etmeleri ve diyalog için gerekli olan terminolojik, epistemolojik ve metodolojik ortak bir zemin oluşturma çabasına iltifat etmemeleridir.

Klasik dönemden farklı olduğu söylenebilecek hususlar da az da olsa vardır. Örnek olarak tartışmaların İslam ülkelerinin sınırlarını aşarak dünyanın hemen her yerine yayılması, tartışmalara İslam ulemasının dışında Müslüman entelektüellerin ve Müslüman olmayan ilim ve fikir erbabının da katılması, bu alanda klasik dönemde neredeyse sadece Arapça yapılan tartışmaların artık İngilizce,Fransızca,Almanca, Rusça, İtalyanca,İspanyolca,Portekizce gibi dillerde de yayınlara konu olması zikredilebilir. Bu tür bir – adeta – küreselleşme/evrenselleşme süreci sonucunda Müslüman olmayanların ve İslami ilimler dışındaki disiplinlerin de katıldığı kozmopolit, çok disiplinli ve mukayeseli yaklaşımların giderek yaygınlık kazanması gibi hususlar da örnek verilebilir.

  1. Sünnet ve Hadis konusunun ve neredeyse aynı hadis rivayetlerinin gerek Sünniliğin kendi içerisinde, gerekse çeşitli mezhepler arasında yaklaşık 13 asırdır ciddi bir ilerleme kaydetmeden ve tatminkar bir sonuca ulaşmaksızın tartışılması sizce normal midir? Bu durumun başlıca sebepleri nelerdir?

Bu durum elbette ki normal değildir. Zira ciddi herhangi bir ilerleme kaydetmeden aynı konuları, aynı kavramları, aynı epistemolojik ve metodolojik yaklaşımları, hatta aynı rivayetleri on üç asır boyunca bir toplum tartışıyorsa, burada anormal bir durum var demektir. Zira bu garip durum, hayati önemi haiz pek çok meselelerle ve krizlerle boğuşan İslam dünyasının enerjisini bu alanda boşa harcadığı ve sürekli patinaj yaptığı anlamına gelir. Bunun en temel ve başlıca sebebi ise bu durumun anormal olduğunun kimsenin dikkatini çekmemiş olması veya bu durumun önemsenmemiş olmasıdır. Bunun yanında tartışmaların taraflarının mezhep taassubunun pençesinden kurtaramamış olmaları, hakikatin sadece kendilerine ait olduğunu ve başkasının daima hatalı, hatta sapık ve din düşmanı olduğunu düşünmeleri, tarafların birbirlerinin kavramsal ve metodolojik çevrelerinin birbirinden farklı olduğunu bile fark edememeleri, ayrıca tarafların kendi toplumsal statükolarını korumak istemeleri, birtakım politik mülahazalar, eksik araştırma ve ikinci-üçüncü elden bilgilerle yetinmeleri gibi sebepler de bu garip durumun ortaya çıkmasında rol oynamış görünmektedir.

  1. Sünnet ve Hadis’e dair çağdaş tartışma ve gelişmelerin (10) ana eksen(ler)i nelerdir? Açıklayınız.
  2. a) Sünnet’in kaynakları çerçevesi( On kaynak hiyerarşisi)
  3. b) Sünnet’in tarihi gelişim çerçevesi
  4. c) Kavramsal çerçeve
  5. d) Konum çerçevesi,
  6. e) Mahiyet çerçevesi
  7. f) Epistemolojik çerçeve
  8. g) Metodolojik çerçeve : * Sübut : – Dış tenkit (Yazılı kaynak tenkidi/İsnat tenkidi/metin tetkiki)

– İç tenkit (Metin inşası / Metin tenkidi)

** Delalet : Anlama ve Yorumlama

  1. h) Tartışmalı tikel konulardaki tikel rivayetler çerçevesi

ı)            Sünnetin sistematizasyon/modelleme ve geleceğe yönelik projeksiyon çerçevesi.

i )            Sünnet/Hadis eğitim ve öğretimi çerçevesi.

  1. Sünnet ve Hadis’e dair çağdaş gelişmelerin iki önemli coğrafi merkezi nedir? Bilgi veriniz.

Sünnet ve Hadis alanındaki çağdaş tartışma ve gelişmelerin iki önemli merkezi Mısır ve çevresi ile Hind-Pakistan alt kıtası ve çevresidir.( Daniel Brown, İSLAM DÜŞÜNCESİNDE SÜNNET VE HADİSİ YENİDEN DÜŞÜNMEK ve G. H. A. Juynboll, MODERN MISIR’DA HADİS TARTIŞMALARI adlı eserlere bakınız). Bu iki merkez üssü dışında Avrupa’da Balkanlar ve Rusya’da Kazan bölgesi ile İran, Malezya ve Endonezya’da daha düşük yoğunluklu gelişmeler vuku bulmuştur, bulmaktadır.

 

 

 

  1. Egemen Sünnet-Hadis kültürümüz İslam geleneğinin tamamını temsil eden bir kültür müdür? Şemalarla açıklayınız?

Egemen Sünnet-Hadis kültürümüzün İslam geleneğinin tamamını (yani Şii, Sünni, Zeydi, İbadi, Mutezili alt geleneklerin tamamını) temsil eden “MAKRO” bir kültür olduğunu söylemek çok zordur. Hatta Sünni kültürün bile tamamını temsil ettiği söylenemez. Bilakis “MİKRO” gelenek olarak Sünni geleneğin on küsur bileşeninden sadece birini, yani Ehl-i Hadis çizgisini temsil etmektedir. Halbuki Ehl-i hadis dışında, Hanefi, Maliki, Şafii, Hanbeli, Maturidi, Eşari, Sufi, Zahiri, Felasife gibi “NANO” ölçekli Sünnilik bileşenlerinin her birinin Sünnet ve Hadis anlayışı kendine özel ve birbirinden şu veya bu ölçüde farklıdır.

 

 

 

  1. Geçmişte ve günümüzde Sünnet ve Hadis alanında sadece Hadis ulemasının faaliyet gösterdiği iddiası doğru mudur? İlk asırlardaki gelişmeleri ve literatürü de göz önüne alarak cevap veriniz.

Bu iddia pek doğru sayılmaz, zira Hadis ehli ile eş zamanlı olarak Re’y ehli de hem hadis rivayetlerine dair ilk hadis koleksiyonlarını oluşturdular, hem de Hadislerin sübut ve delaleti konusunda metodolojik ve epistemolojik teoriler geliştirdiler. Hatta bu açıdan Re’y ehlinin hadis ehlinden önce geldiği dahi söylenebilir. Bu konuda İmam Ebu Yusuf’un ve Muhammed’in Kitabu’l-Âsâr adlı eserleri ve Kitabu’l-Hucce v.b. hadis kitapları ile Ebu Hanife’nin  ve talebeleri Ebu Yusuf ile Muhammed’in usule dair görüşleri, daha sonra İmam Muhammed’in talebesi İsa b. Eban’ın hadis usulü konusundaki eserleri, onların öncü rolünün belgeleri olarak kabul edilmelidir. Ayrıca Mutezile’nin Kur’an, Sünnet ve hadislerin de dahil olduğu HABER kategorisinin bir bilgi kaynağı olduğuna dair islam düşünce tarihindeki ilk teorik (epistemolojik ve metodolojik) bilimsel çalışmaları başlatmaları itibariyle, keza daha sonraları hadis ehlinin de benimseyeceği mesela mütevatir-ahad ayrımı gibi katkıları  ilk olarak ortaya koymaları itibariyle de Re’y ehlinin Sünnet-Hadis alanında öncü rolü oynadığını unutmamak gerekir. Hatta Ehl-i Hadis usulü üzere elimizde mevcut en eski ulumu’l-Hadis kitabı kabul edilen er-Ramahurmuzi’ye (ö.360/971) ait el-Muhaddisu’l-Fâsıl beyne’r-Râvî ve’l-Vâî adlı eser ile er-Ramehurmuzi’nin çağdaşı Hanefi Usulcüsü, fakihi ve müfessiri el-Cassas’ın (ö. 370/981) el-Fusûl fi’l-Usûl adlı eserinin müstakil bir kitap hacmindeki “el-Ahbâr” bölümü mukayese edildiğinde, Re’y ehlinin hadis usulü konusunda Hadis ehlini ferah fersah geçmiş olduğunu ve Re’y ehlinin son derece gelişmiş/sofistike bir sistem geliştirmiş olduklarını görmek mümkündür.

Son 100-150 yıllık dönemde ise İslam uleması arasında gerçekleşen tartışmalara katılan yeni bir kategori eklemlenmiştir ki, bu kategoride yer alanların formasyonları ağırlıklı olarak beşeri, sosyal ve felsefi disiplinler alanına aittir. Bunlara “İslam uleması” tabirine benzer şekilde “İslam düşünürleri, entelektüelleri” demek mümkündür. Mamafih daha farklı formasyonlara sahip kişilerin de Sünnet-Hadis alanındaki tartışmalara katıldığı göz ardı edilmemelidir. Bütün bunlara ilaveten klasik dönemden tamamen farklı olarak, başta Batı dünyasındakiler olmak üzere gayr-i müslim  pek çok araştırmacı bu tartışmalarda şu veya bu şekilde yer almıştır. Yaygın kanaatin aksine bu kategoride yer alanların tamamı oryantalist/müsteşrik olmayıp, ayrıca edebiyat, dil, tarih, bilim tarihi gibi farklı alanlarda faaliyet gösterenler de söz konusudur.

  1. “Yaratıcı gerilim” ne demektir; Ehl-i Hadis ve Ehl-i Re’y ayrımı çerçevesinde ne anlama gelmektedir ve bu gerilimin Hadis-Sünnet alanındaki sonuçları ne olmuştur?

İslami ekoller ve mezhepler arasındaki yaklaşım farklılıklarının çatışmaya ve dışlamaya başvurmaksızın diyalog ve denge durumu oluşturması anlamına gelmektedir. Bu farklı yaklaşımların aşırı uçlara savrulmasını engelleyen bu durumun pek çok ilmi eserin ortaya çıkmasına yol açmasına bakarak, müspet anlamda buna yaratıcı gerilim demek mümkündür.

  1. Sünnet kelimesi ilk defa İslam’da ortaya çıkan ve ilk defa Hz. Peygamber tarafından kullanılan bir şey midir? Açıklayınız.

Sünnet (es-Sunne) ilk olarak İslam ile ortaya çıkmış bir kavram olmayıp, İslam öncesinde de Araplarca bilinen ve o dönemde de onlar için de önemli bir kavramdır. İslam’da ilk defa Kur’an’da Allah’a izafe edilerek Allah’ın değişmez fiziki (tabiat)  ve toplumsal kanunları anlamında “Sunnetu’llah” şeklinde kullanılmıştır. Hadis rivayetlerinde de geçen bu terimin mutlak anlamda kullanımıyla –genel olarak Sünnet(es-Sunne) –  Hz. Peygambere(as) izafe edilerek kullanımı – Peygamber Sünneti(es-Sunnetu’n-Nebeviyye) –  arasındaki farklar geçmişte de günümüzde de birçok araştırmaya konu olmuştur.

  1. Sünnet kelimesinin semantik gelişimi hakkında bilgi veriniz.

İslam öncesi Arapları için de önemli bir kavram olan Sünnet(es-Sunne) çölde kervanların takip ettikleri rotalar için kullanılmıştır. Bu kullanımda yüzyıllarca takip edilmiş olan bu yolların sağladığı güven ve sürekli kullanılmış olma (süreklilik, tekrarlama), kelimenin en önemli özelliğidir. Benzer şekilde sünnet te İslami gelenekte, Hz. Peygamber’in(as) dini alanda sürekli tekrarladığı uygulama ve davranışlar ile sürekli izlediği yol anlamında, yanlış yapmaktan alıkoyucu güvenli bir yol veya model olarak aynı espriyi fiziki anlamından manevi- dini alana taşımıştır.

  1. Şer’î delillerin Kur’an-Sünnet-İcma-Kıyas-İstihsan- İstishab-Maslahat-ı Mursele vd şeklinde sıralanması ve kavramların seçilişi gelişigüzel midir, yoksa bir mantığı var mıdır?

Gelişigüzel olmayıp belli bir mantığa göre sıralanmıştır. İlk olarak seçilen kelimelerin bilinçli olarak seçildiğine dikkat çekmek gerekir. Nitekim ayet-hadis değil de Kur’an ve Sünnet denmiş olması, bir konuda Kur’an’ın tamamındaki, lehte veya aleyhte, doğrudan veya dolaylı bütün malzemenin bir bütün olarak ele alınması gereğine işaret ettiği gibi, Sünnet tabirinin seçilmiş olması da, hadis-sünnet özdeşliğinin tek ve mutlak yaklaşım olmadığına işaret etmektedir. Ayrıca hadis rivayetleri söz konusu olduğunda da, Sünnetler’i tespit için rastgele veya keyfi olarak seçilen bazı rivayetlerden değil, konuyla ilgili lehte ve aleyhte, doğrudan veya dolaylı bütün malzemenin bir bütün olarak ele alınmasından yola çıkılması gereğine işaret ettiği etmektedir.

Öte yandan bu sıralama bir hiyerarşinin bulunduğu anlamına da gelmektedir. Buna göre kıyas icmaa, icma sünnete, sünnet te Kur’an’a aykırı olamaz. Keza hadis rivayetleri de Kur’an ve Sünnet’e aykırı olamaz demektir.

  1. Sünnet’in Sünni gelenekteki egemen tanımları hakkından bilgi veriniz.

Sünni gelenekte birçok sünnet tanımı olmakla beraber, bunlardan özellikle dördü zaman içerisinde  egemen tanımlar haline gelmiştir. Bunlar a) hadisçilerin, b) fıkıhçıların, c) usul-i fıkıhçıların ve d) kelamcıların tanımları olmak üzere birbirinden farklı biçimlerde gelişmişlerdir. Bunlar içerisinde özellikle hadisçiler ile fıkıhçılarınkinin daha yaygın ve etkili bir durumda olduğu söylenebilir.

  1. Sünnet’in Sünni gelenekteki ve günümüzdeki egemen tanımlarını tutarlılık ve çağdaş ihtiyaçlara cevap vermesi açısından değerlendiriniz.

Sünnet’in egemen dört tanımının ne bir birleriyle uyumlu ne de her birinin kendi içinde tutarlı olduğunu söylemek mümkün görünmektedir. Hadisçilerin tanımı Hz. Peygamber’e ait ne varsa – Nebevi sünnet ile alakası olmayanlar dahil – her şeyi istisnasız tanımın kapsamına almakla ve öte yandan sünnet kapsamına gerçekten giren unsurları bağlayıcılık açısından tasnif etmemekle ciddi sapmalara ve problemlere yol açmaktadır. Fıkıhçılar bağlayıcılık açısından bir ayrıma giderek sadece farz/vacip dışındaki hususlara indirgemiş olması itibariyle, Sünnetin alanını tamamen daraltarak nafilelere hapsetmiş olmaktadır. Usul-i fıkıhçılar ise Sünnet’i Kur’an dışındaki şer’i hükümlere indirgeyerek, Kur’an ile Sünnet arasındaki sıkı organik ilişkiyi koparmıştır. Usul-i fıkıhçılar ve fıkıhçılar Sünnet’i sadece fıkhi alana hapsetmekle ikinci bir anlam daralmasına yol açmışlardır. Kelamcıların tanımı ise bir tanım olmaktan ziyade Sünnetin ne olmadığını ifade etmeye yöneliktir. Ama hepsinden önemlisi bu dört tanımın;  gerek ilim adamı gerekse genel olarak Müslümanların, Müslüman olmaları itibariyle  Sünnet’ten ne anlamaları gerektiği konusunda insanı dört yol ağzında bıraktıkları ve kafa karışıklığına yol açtıkları söylenebilir. Bu sebeple alim olsun olmasın bütün Müslümanlar için geçerli bir Sünnet tanımına acilen ihtiyaç olduğu rahatlıkla ifade edilebilir.

  1. Hadis ne demektir, hadis ile sünnet terimleri özdeş midir?

Hadis’in Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirleri şeklinde tanımlanması bazı ciddi yanlış anlamalara yol açmaktadır. Aslında bunların hiçbirisi bizlerin doğrudan Hz. Peygamber’den bizzat duyduğumuz sözler ya da gözlerimizle gördüğümüz uygulamalar olmayıp, sonuçta hepsi de nesilden nesile aktarılan ve doğru ya da yanlış olma ihtimali bulunan birtakım rivayetlerden ibarettir. Dolayısıyla bunların hiç birisini biz bizzat Hz. Peygamber’den doğrudan duymuş görmüş değiliz. Bu sebeple peygamberimizin sözü anlamından “hadis” yerine usul-i fıkıhçıların yaptığı gibi “haber” veya “rivayet” tabirini ya da en azından “hadis rivayeti” tabirini kullanmak daha yerinde olacaktır. Yoksa sağlamı ve çürüğüyle bu rivayetlerin halk tarafından – şu an olduğu gibi – gerçekten de Hz. Peygamberin kulağımızla duyduğumuz sözleri gibi algılanmasına engel olmak fevkalade zor olacaktır.

Öte yandan Hadis ile Sünnet özdeş de değildir. Zira sünnetin kaynakları;  başta Kur’an olmak üzere, yaşayan mütevatir/ameli sünnetler ve sonrasında üçüncü sırada Kur’an ve Sünnet’le uyum halinde olan hadis rivayetleri şeklinde sıralanır. Dolayısıyla sünnet bu üç kaynaktan hiyerarşik düzen içerisinde çıkarılacak olan bir normdur, ilkedir, sadece hadis rivayetleriyle sınırlı ve özdeş değildir.

  1. Hadisçilerin egemen Sünnet ve Hadis tanımı esas alınarak, Hz. Peygamber’in her yaptığını yapmak sünnettir denebilir mi? Açıklayınız.

Bu şekildeki bir sünnet tasavvuru ilk bakışta insana sıcak gelse de, yakından bakıldığında bazı ciddi problemleri beraberinde getirmektedir. Öncelikle Hz. Peygamberin sadece peygamberlik sıfatı olmadığından, insan olarak, devlet başkanı olarak, komutan olarak v.s.. dini niteliği söz konusu olmaksızın yaptıklarının da sünnet kapsamına alınması isabetli olmamaktadır. Öte yandan bu genellemeci algı, Hz. Peygamberin bütün uygulamalarının, zorunlu olan olmayan ayırmaksızın körü körüne toptancı bir yaklaşımla taklit edilmesine de yol açmaktadır. Bu sebeple Sünnet’in bağlayıcılığı  konusunda usul-i fıkıhçıların değerlendirmelerini mutlaka göz önüne almak gerekir.

  1. Bir şeyin sünnet olabilmesi için aranması gereken şartlar nelerdir?

İnanç, düşünce ve eylem alanında bir yaklaşımın sünnet olabilmesi için öncelikle onun;

  1. Peygamber tarafından peygamber sıfatıyla, yani dini bir mahiyette (Risalet-Tebliğ) ortaya konmuş olması lazımdır. Peygamber sıfatıyla dini nitelikte ortaya konmuş olsa bile ,
  2. Peygamber’in o konularda Müslümanların kendisine uymalarını isteyip istemediğinin(talep),
  3. c) uymamızı istemişse bu talebin zorunlu mu yoksa isteğe bağlı mı olduğunun (farz/haram; mendup/müstehap/nafile- kerahat; mübah) incelenmesi
  4. c) bu talebin bütün Müslümanlara şamil mi olduğu yoksa belli kişi veya durumlara has olup olmadığı hususunun da araştırılması gerekir.

Bu araştırmalardan sonra varılan sonuca göre Sünnet olan hususun farziyet, vücup, nafilelik, müstehaplık, mübahlık , kerahat veya haramlık kategorilerinden hangisine dahil olduğu belirlenmeye çalışılmalıdır. Dolayısıyla farz olan sünnetler, müstehap olan sünnetler, mübahlık bildiren sünnetler, kerahat bildiren sünnetler veya haramlık bildiren sünnetler şeklinde bir kullanım daha sağlıklı görünmektedir. Bu tür bir anlayışın ilk izlerini İbn Kuteybe’nin(Ö. 276/889) Te’vilu Muhtelifi’l-Hadîs (HADİS MÜDAFAASI) adlı eserinde görmek mümkün olduğu gibi, daha sonraları İbn Hıbban’ın  et-Takâsîm ve’l-Envâ adlı – ama Sahih-i İbn Hıbban diye bilinen – eserinin sistematiğinde de görmek mümkündür.

  1. Hz. Peygamber’in sünnet’i olduğu kabul edilen veya var sayılan hususların tamamı mutlaka yerine getirilmesi gereken nitelikte midir?

Elbette hayır. Zira usul-i fıkıhta ele alındığı üzere, Sünnet farz, vacip, mendup, müstehap, tatavvu, nafile, mübah, mekruh ve haram gibi “ef’âl-i mükellefin” kategorilerinden her birine dair normlar içermektedir. Bunlardan farz olan sünnetlere uymak zorunlu, diğerlerine uymak ise isteğe bağlıdır, uyulmaması bir sorumluluk gerektirmez, ama uyulmasına teşvik söz konusudur. Bazı hususlarda – mesela Hz. Peygamber’e has olan birtakım hükümlerde – ise Müslümanın Hz. Peygamber’e uyması değil uymaması gerekir. Keza dinin tebliği alanına girmeyen ve değerler alanıyla ilgili olmayan gündelik konularda da Hz. Peygamber’in davrandığı gibi davranmak söz konusu değildir. Mübahlar alanı ya da nötr alan denebilecek bu alanda her Müslüman serbestçe istediği gibi hareket edebilir.

  1. Çağdaş dönemdeki Sünnet-Hadis alanındaki tartışmalar ile geçmiş tarihteki tartışmalar arasında ciddi bir fark ve kayda değer bir gelişme var mıdır, bilgi veriniz.

Ciddi bir fark olmadığı gibi kayda değer bir gelişme olduğundan söz etmek te zordur. O kadar ki, sünneti savunmak ve dindeki yerini belirlemek için yüzyılımızda yapılmış olan ilk akademik çalışmalardan Abdulğani Abdulhâlık’ın Hucciyyetu’s-Sunne adlı eseri, on iki asır önce İmam eş-Şâfii tarafından konuyla ilgili olarak ileri sürülenlerin neredeyse aynen tekrarından ibarettir. Ondan sonra yazılan eserlerin de klasik dönemdeki argümanların ötesine geçebildikleri nadiren görülür. O kadar ki, çağdaş tartışmalarda ele alınan konular ve verilen örnekler ile eş-Şâfii’nin ya da İbn Kuteybe’nin eserlerindekiler karşılaştırıldığında arada pek az bir farkın bulunduğu görülecektir. Zaten hemen hemen aynı konuların ve örneklerin on dört asra yakın bir süredir tartışılması ve makul bir sonuca ulaşılamamış olması da bu durumun açık bir göstergesidir.

  1. Ehl-i hadis ve günümüzdeki devamı olan geleneksel muhafazakar çizgi ile ; Ehl-i Re’y ve günümüzdeki devamı olan yenilikçi çağdaşçı çizginin Sünnet ve Hadis’e olan metodolojik yaklaşımları hakkında bilgi veriniz.

Ehl-i Hadis ve geleneksel muhafazakar çizgi ile Ehl-i Rey ve yenilikçi çağdaşçı çizgi arasındaki temel ayırıcı unsur, akıl/eleştirel akıl konusunda takınılan tavırda ortaya çıkmaktadır. İlki din alanında eleştirel aklın kullanımına soğuk bakıp, onun alanını olabildiğince sınırlamaya çalışırken; ikincisi eleştirel aklın dindeki başat rolünü kabul edip savunur; ilki sistemini teslimiyet ve taklit üzerine bina ederken, ikincisi sistemini sorgulama ve eleştirel düşünce üzerine bina eder. İlki şekil ve lafzı (formu) ön plana çıkarırken, ikincisi illet, ilke ve değeri (normatif kuralları) ön plana çıkarır. Birincisi hadis rivayetleri konusunda isnad ağırlıklı çalışırken, ikincisi metin tenkidi ağırlıklı çalışır. Teoride; ilki epistemolojik olarak ahad hadisleri akaid, hudud, ahlak ve muamelat alanında delil olarak kullanırken, ikincisi ahad hadislerin kesin bilgi gerektiren akaid ve hudud alanında kullanılmasına sıcak bakmaz. Ancak bunlar son derece genel nitelikte tespitler olup, siyah-beyaz bir tablodan ziyade gri tonların da bulunduğunu unutmamak gerekir.

  1. Sünnet’in dindeki yeri ve konumuna dair çağdaş tartışmalarda tarafların dikkatlerinden kaçan ortak metodolojik ve epistemolojik hatalar hakkında bilgi veriniz.

Öncelikle her iki tarafın da aynı epistemolojik ve metodolojik yanlışlara duçar olduklarını vurgulamak gerekir. Taraflar tanımlar ve terimler dahil metodolojik alanda ortak bir zemin ve dil oluşturmadan tartıştıkları için, aslında ortada bilimsel bir müzakere ve tartışmadan ziyade polemik ve hatta demagojiye varan karşılıklı suçlamaların ötesine geçilememiştir. Anlamanın ilk adımı anlayıcı öznenin kendisini karşısındaki metne kapatmaması, aksine açması olduğu halde, bu tartışmalar önyargıların esiri olmaktan kurtulamamıştır. Hatta iş, rivayetleri reddettiğini söyledikleri kesimlere karşı savunma pozisyonunda olanların rivayetleri delil olarak kullanmaları; aynı şekilde rivayetlere güvenilemeyeceğini ileri sürenlerin bu amaçla rivayetlere başvurmaları gibi açık tutarsızlıklar bile kimsenin dikkatini çekmeden yüzyıllarca sürdürülmüştür. Keza Sünnet ve hadis başta olmak üzere ilgili pek çok kavram ve terime taraflar farklı anlamlar yükleyerek tartışmalara girişmişler, bu da kaçınılmaz olarak ilerlemeyi ve mesafe kat etmeyi engellemiş sonuçsuzluğu ya da en azından kısır tartışmaları beraberinde getirmiştir.

  1. Sünnet’in dindeki yeri ve konumunu Kur’an açısından tartışırken dikkat edilmesi gereken noktalar nelerdir?

En önemli husus, bütünlük meselesidir. Zira herhangi bir konu – mesela konumuz olan Sünnet’in dindeki yeri meselesi – incelenirken birtakım ayetlerle yetinmek sonuçsuz ve kısır tartışmalara yol açmaktan başka hiçbir işe yaramamaktadır; zira herkes önceden belirlemiş olduğu düşüncesini teyid etmek ve onu savunmak için işine yarayan ayetleri seçmekte, işine yaramayanları görmezden gelmektedir. Bunun önüne geçmek için konuyla ilgili olarak Kur’an’ın tamamındaki, lehte veya aleyhte, doğrudan veya dolaylı bütün malzemenin bir araya getirilmesi ve bir bütün olarak ele alınması gerektiği bedihidir.

Bütünlük meselesine riayet son derece önemli olduğu gibi, bu bütünlüğün ne tür bir bütünlük olduğunu bilmek te fevkalade önemlidir. Kısaca bütünlüğün dört kademeli bir bütünlük olduğunu söylemek mümkün görünmektedir:

  1. a) Ayet bütünlüğü (Tek bir ayetin bile bir parçasını alıp diğer kısmını bırakmak fevkalade yanlış

ama maalesef çok yaygın bir uygulamadır),

  1. b) Ayetin içinde yer aldığı ayet gurubu bütünlüğü,
  2. c) Ayetin içinde yer aldığı sure bütünlüğü,
  3. d) Kur’an’ın genel bütünlüğü.

Tarih boyunca gerçekleşen tartışmalarda taraflarca lehte aleyhte kullanılan ayetlere gelince, bunların da kapsamlı bir biçimde incelenmesi gerekir ki, bunları kabaca üç guruba ayırmak mümkün görünmektedir:

  1. a) Maksada açıkça ve makul bir biçimde delalet eden ayetler,
  2. b) Maksada delalet etmesi mümkün olmayan veya konuyla ilgisiz görünen ayetler,
  3. c) Maksada delaleti tartışmalı olan ayetler.

Bu ayetlerden ilk guruptakiler dışında kalanlar asıl tartışmalara yol açan ayetleri oluşturmaktadır. Bunlardan son iki gurup ayetlerden ziyade ilk guruptaki ayetlerin tartışmalarda esas alınması pekala mümkün ve yeterli görünmektedir. Zira maksada delaleti yeterince açık olanlarla yetinmeyip, karşı tarafı ikna hırsıyla konuyla ilgisi olmayan ya da tartışmalı olan ayetlere de başvurulması tartışmaları olumsuz etkilemektedir.

  1. Sünnet ve Hadisler’i savunma amaçlı eser yazanların Kur’an merkezli yaklaşım taraftarı muhataplarına  delillerini sunarken; keza Kur’an merkezli yaklaşım sahiplerinin muhataplarına delillerini sunarken  yaptıkları ortak yanlışlar ya da “şaşılıklar”  hakkında bilgi veriniz.

En önemli şaşılık iki  tarafın da çelişkilerin farkına varamamalarıdır. Zira Sünnet/Hadisleri savunma iddiasıyla yola çıkanlar, Sünnet/Hadis inkarcısı dedikleri kesimlere, onların inkar güya ettikleri rivayetlerle cevap vermeye çalışırken; Kur’an’a vurgu yapan diğer kesim delil olarak görmedikleri rivayetleri işlerine gelince karşı tarafa karşı kullanmalarıdır. Öte yandan her iki tarafın da gerek ayetleri gerekse hadis rivayetlerini kullanırken, işlerine gelen ayet/hadis rivayetlerini ön plana çıkaran, işlerine gelmeyenleri görmezden gelen, tamamen atomcu/parçacı ve ayetlerin/hadis rivayetlerinin bağlamlarını göz ardı eden, çoğu zaman da lafızcı/literalist bir yaklaşım sergilemeleridir. Bu yaklaşımın ilmi bir yaklaşım olmaktan ziyade polemik amaçlı olduğu açıktır. Bu problemin üstesinden gelmenin yolu ise Kur’an dendiğinde Kur’an’ın tamamında konuyla ilgili lehte-aleyhte, doğrudan-dolaylı ne kadar ayet varsa onları bir araya getirip kapsamlı bir incelemeye tabi tutmak, ayetlerde geçen kavramların kronolojik ve semantik incelemesini mutlaka uygulamaktır. Hadis rivayetleri için de durum farksızdır, yapılması gereken Hadis kaynaklarının tamamında konuyla ilgili lehte-aleyhte, doğrudan-dolaylı ne kadar rivayet varsa onları bir araya getirip, gerek kaynak, gerek isnad, gerekse metin tedkik ve tenkidi açısından kapsamlı bir incelemeye tabi tutmaktır. Ayrıca gerek Kur’an’daki ilgili bütün ayetleri, gerek hadis rivayetlerini incelerken literalizm/lafızcılık tuzağına da düşmemek, keza rivayetlerdeki kavramları kronolojik ve semantik açıdan incelemeye tabi tutmak gerekir.

(Ayrıca bkz. İslam Düşüncesinde Sünnet, s.126-127)

  1. Sünnetin dindeki yerini belirlemede bugüne kadar başvurulan ayetleri ne gibi başlıklar altında tasnif edebiliriz?

Konuyla ilgili ayetleri üç gurupta toplamak mümkündür:

  1. a) Sadece Kur’an ile yetinmenin mümkün olduğunu savunanların dayandıkları ayetler(İslam Düşüncesinde Sünnet, s.131,vd.)
  2. b) Sünnet/Hadislerin dinde delil ve kaynak olduğunu savunanların dayandıkları ayetler(İslam Düşüncesinde Sünnet, s.148,vd.)
  3. c) Sünneti temellendirmede başvurulan ve maksada delaleti tartışmalı ayetler( İslam Düşüncesinde Sünnet, s. 188,vd.)
  4. Sünnetin dindeki yerine dair tartışmalarda ele alınan, ancak konuya delaleti tartışmalı ayetler var mıdır? Örnek veriniz.

Evet vardır, bu konu ve örnekleri için bkz. ( İslam Düşüncesinde Sünnet, s. 188,vd.)

  1. (59,en-Necm,3-4) ayetinin Sünnet’i vahiy ürünü olduğunu göstermek için delil olarak kullanılması isabetli midir? Klasik ve çağdaş tartışmalar ışığında açıklayınız.

İsabetli değildir, bu ayetin konuyla ilgisi bulunmadığına dair  geniş izahat için bkz. ( İslam Düşüncesinde Sünnet, s. 188-194

  1. Sünnet’in dindeki yerini belirlemek amacıyla eş-Şâtıbî’nin geliştirdiği farklı bir yaklaşım hakkında bilgi veriniz.

Bu yaklaşım yaygın biçimde başvurulan tek tek ayet ve hadisleri delil olarak kullanma yaklaşımı yerine, Kur’an ve Sünnet’in getirdiği hükümlerin içerikleri ve amaçları açısından kapsamlı bir mukayeseye tabi tutulmasına dayanır. (Geniş bilgi için bkz. : İslam Düşüncesinde Sünnet, s. 206-212).

  1. Kudsi hadis kavramı İslam geleneğinde baştan beri mevcut olan bir kavram mıdır, yoksa sonraları ihdas edilmiş bir kavram mıdır?

Baştan beri mevcut olan ve bilinen bir kavram değildir, tam aksine geç dönemlerde ihdas edilmiş olup bu dönemlerin bir ürünüdür.  Bkz. ( İslam Düşüncesinde Sünnet, s. 240)

  1. Vahiy olduğu da iddia edilen Kudsi hadis kategorisinde ele alınan rivayetlerin mahiyeti hakkında bilgi veriniz.

Başlangıçta ve erken dönemlerde bilinmeyen  bu kavramın kapsamına giren rivayetlerin Kur’an dışı bir tür vahiy olduğu algısı hayli yaygın olsa da mesele göründüğü veya algılandığı kadar basit değildir.

İlk olarak bilinmesi gerekir ki bu kavram ortaya çıkıncaya kadar İslam uleması ve hadişçiler daha sonraları bazılarınca kudsi hadisler adı verilecek olan rivayetleri normal diğer rivayetlerden hiçbir şekilde farklı görmemişler ve onları da sahih, hasen, zayıf ve mevzu şeklinde değerlendirmişler, ancak bu rivayetlerin sağlam olanlarını bile ayrı ve ayrıcalıklı bir kategori olarak görmemişlerdir.

Bu tür rivayetlerin vahiy ürünü olduğu yargısı da acele verilmiş bir hükümdür, zira:

  1. a) Kudsi hadis denen rivayetlerin bir kısmı kaynaklarda bazen yan yana Hz. Peygamberin kendi sözü (merfu) olarak ta rivayet edilmektedir. Bu durumda hangisinin asıl olduğunu araştırmak gerekir.
  2. b) Allah’ın sözü gibi görünenlerin de büyük bir kısmının aslında ana fikrinin Kur’an’da yer aldığı, ya da Kur’an’daki bazı hususların Hz. Peygamberin kendi dilinden yeniden ifadesi (parafraze, mana ile rivayet) olduğu görülmektedir.
  3. c) Bir kısmının ise İncil, Tevrat ve Zebur gibi kutsal kitaplardan iktibas edildiği görülmektedir. Bu iktibasta bazen Hz. Peygamber “İncil’de yazılıdırki…Tevrat’ta yazılıdır ki…” şeklinde kaynağa işaret ederken, bazen kaynak belirtilmemektedir.
  4. d) Kudsi hadis denen rivayetlerin ciddi bir kısmı ise uydurma rivayetlerden oluşmaktadır ki, en meşhur uydurma kudsi hadis rivayetlerine “Levlâke Levlâke ……..” rivayeti ile “Kuntu kenzen……..” rivayeti örmek verilebilir.
  5. e) Bunların dışında elbette Allah tarafından ilham yoluyla bazı hususların Hz. Peygambere iletilmesi de imkan dışı değilse de, eldeki rivayetler bu konuda kesin konuşmayı mümkün kılacak kesinlikte ve açıklıkta değildir.

(Geniş bilgi ve örnekler için bkz.: İslam Düşüncesinde Sünnet, s. 240-254)

27-          İslam’da Sünnet’in yeri ve konumu konusunda başvurulabilecek olan – tartışmalı      nitelikteki ayetler dışındaki – ayetlere dair yapılmış çağdaş tasnifler hakkında bilgi veriniz. 

Bu konuda Abdulğani Abdulhalık, el-Mevdudi ve Mehmet Hayri Kırbaşoğlu tarafından yapılmış olan çağdaş tasniflere dair geniş bilgi için bkz. İslam Düşüncesinde Sünnet, s. s.148-150)

  1. Sünnet-hadis ile ilgili çağdaş tartışma ve gelişmeler bağlamında kullanılan “çağdaş” kelimesi neye tekabül etmektedir.

Bu konuda kesin bir tarih vermek mümkün olmamakla birlikte kabaca son 100-150 yıllık zaman diliminden söz edildiği söylenebilir. İslam düşüncesinde bir kırılma sayılabilecek olan bu dönemi Hindistan’da Şah Veliyullah ed-Dihlevi (1702-1762) ile Yemen’de  eş-Şevkani’ye (1760-1834) kadar götürmek te mümkün görünmektedir.

ed-Dihlevi ve Sıddık Hasen Han(1832-1890) gibi isimlerin başını çektiği ve “Ehl-i hadis” hareketi denen akımın içerisinde yer alan ve daha sonra tamamen farklı bir çizgiyi benimseyen Seyyid Ahmed Han ile  Abdullah Çerağ Ali (ö.1930) ve Hoca Ahmeduddin Amritsari(1836-1931) “Ehl-i Kur’an” hareketinin mimarları sayılırlar.

İlginç bir şekilde hemen aynı tarihlerde – Çerağ Ali’nin ilk olarak “Ehl-i Kur’an” tabirini kullanmaya başladığı 1906’da –   Mısır’da benzer fikirler Dr. Muhammed Tevfik Sıdki tarafından  Reşid Rıza’nın yayımladığı “el-Menar” dergisinde yayımlanan bir yazı ile gündeme gelmiştir. Bu iki bölgedeki iki gelişmeyi takip eden yıllarda bu tartışmalar giderek hararetlenerek ve kapsamı da İslam dünyasının tamamını kuşatacak şekilde genişleyerek günümüze kadar gelmiştir. Bu sebeple çağdaş dönemi kabaca Mısır’da Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Tevfik Sıdki ile Hindistan bölgesinde ise Seyyid Ahmed Han, Abdullah Çerağ Ali ve Hoca Ahmeduddin Amritsari ile başlatmak adet olmuştur.

  1. Hz. Peygamber’in(sav) sağlığında Kur’an dışında kendisine ait hususları yazdırıp yazdırmadığı ya da buna müsaade edip etmediği konusundaki çağdaş tartışmalar hakkında bilgi veriniz.

Klasik dönemde de mevcut olan bir tartışmanın çağdaş devamı niteliğindeki bu meselede geleneksel  muhafazakar ulema klasik Ehl-i hadis geleneğini izleyerek, Hz. Peygamber’in döneminde Kur’an gibi hadislerin de yazıya geçirildiğini savunurken, başta Ehl-i Kur’an olmak üzere yenilikçi/çağdaşçı ulema ve entelektüeller Hz. Peygamber’in kendisine ait hususların yazılmasını yasakladığına vurgu yaparlar. Genellikle hadislerin yazılmasını yasaklayan ve buna müsaade eden rivayetler ışığında yapılan bu sonuçsuz tartışmalara mukabil, bizzat Hz. Peygamber dönemine ait olduğu ifade edilen yazılı malzeme üzerinden yapılan tartışmalar daha sağlıklı görünmektedir. Kur’an dışında Hz. Peygamber dönemine ait olduğu ileri sürülebilecek orijinal malzeme olarak Hz. Peygamber’in diplomatik mektuplarından bazılarının dünya müzelerindeki asılları ile Hicaz bölgesindeki bazı kaya yazıtları dışında fazla bir malzeme mevcut değildir. Öte yandan rivayet olarak Hz. Peygamber döneminin diplomatik ve idari mektuplarını yansıtan rivayetleri toplamayı amaçlayan çalışmalar da bir cildi aşmamaktadır. Hz. Peygamber döneminde Kur’an dışında Sünnet ve hadislerin de yazıldığını göstermek amacıyla yapılan bazı yayınlar – mesela Hemmam b. Munebbih’in sayfası – da çok küçük çaplı bir metin olması bir yana, – VI. yy’a ait bir kopyası dışında – bu metnin de orijinali elimizde mevcut değildir.

Bu bilgiler ve nesnel bulgular ışığında Hz. Peygamber döneminde Kur’an dışında dini nitelikte yazılı metinlerin oldukça sınırlı olduğunu, Sünnet’in toplumsal pratikler şeklinde, hadislerin ise ağırlıklı olarak sözlü aktarımla nesilden nesile nakledildiğini, bu sözlü aktarımların ilerleyen dönemlerde yazılı olarak ve bilahare geliştirilen isnat sistemi çerçevesinde gelecek nesillere aktarılmaya çalışıldığını söylemek mümkündür.  Özetle Kur’an ve Sünnet kapsamındaki dini nassların ve uygulamaların başlangıçta ağırlıklı olarak sözlü ve uygulamalı aktarıma dayalı olarak nakledildiğini, ilerleyen yüzyıllarda başlangıçtakine ters orantılı olarak sözlü aktarımın azalarak yazılı aktarımın egemen hale geldiğini söylemek daha gerçekçi görünmektedir.

  1. Sünnet ve Hadis’in Hz. Peygamber döneminden itibaren yaz(dır)ılıp yaz(dır)ılmadığı meselesiyle ilgili olarak, başlangıçtan bugüne yazılmış olan eserlerden elimizde mevcut olan hadis koleksiyonlarının orijinallerinin mevcut olup olmadığına dair bilgi veriniz.

Hz. Peygamber dönemine ait olduğu kabul edilen birkaç diplomatik mektup dışında, o döneme ait orijinal malzemeden söz etmek şu an için mümkün görünmemektedir. En eski hadis koleksiyonu olarak gösterilen Hemmam b. Munebbih’in “Sahife” si başta olmak üzere Ma’mer b. Raşid’in el-Câmi’i, Ebu Yusuf ve Muhammed’in el-Âsâr adlı eserleri, Mâlik’in el-Muvatta’ı, Abdurrazzak’ın ve Ebubekr b. ebi Şeybe’nin el-Musannef’leri, Ahmed b. Hanbel’in el-Musned’i, Ebu Davud’un es-Sunen’i, el-Buhari ve Muslim’in es-Sahih’leri vb hadis koleksiyonlarının hiçbirisinin orijinal müellif nüshaları şu an itibariyle mevcut değildir. Bunların elyazmalarının hepsi de yazarlarından uzun yüzyıllar sonrasına ait kopyalarıdır. Şu an itibariyle elimizde müellif nüshası denebilecek orijinal en eski elyazması eser eş-Şafii’nin “er-Risale” sinin, talebesi er-Rabî b. Suleyman el-Murâdî(ö.270)  eliyle yazıldığı kabul edilen nüshadır. Dolayısıyla günümüzde elimizde mevcut olan elyazmalarına dayanarak Hz. Peygamber ve ona yakın dönemlerde hadislerin geniş çaplı yazılı nakle konu edildiğini ileri sürmek şu an için mümkün görünmemektedir.

  1. Günümüzde Hadis tarihine ilişkin tartışmalarda gündeme gelen – ve klasik dönemde de tekrarlanmış olan – “İsnat sistemi Müslümanların icadı olup, onlara hastır” iddiası gerçekleri ne ölçüde yansıtmaktadır? Açıklayınız.

Bu iddia çağdaş araştırmalar tarafından doğrulanan bir iddia değildir. Zira iddianın aksine İslam öncesinde isnat sistemi şeklinde bir aktarım sistemi olmayan toplum veya medeniyet göstermek hayli zordur. Romalılardan tutun İslam’ın zuhurunda Müslümanlarla iç içe yaşayan Kitap ehli ve bilhassa Yahudiler’de gelişmiş bir isnat sistemi olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla isnat sisteminin Müslümanlar tarafından icat edilen bir aktarım sistemi olduğu iddiası gerçeklerle örtüşmemektedir. Nitekim gelişmemiş ilk isnat uygulamasının Hz. Peygamber’den epey sonra H. I. yy’ sonlarına doğru ortaya çıkması da bu durumun bir sonucu sayılabilir. Mamafih Müslümanların muhtemelen çevre kültür ve medeniyetlerden görüp ilham aldıkları isnat sistemini, hiçbir medeniyette ve toplumda olmadığı kadar geliştirip sofistike bir hale getirdikleri rahatlıkla ifade edilebilir. Bunun en açık ispatı ise isnat ve ravi tetkiklerine dair İslam medeniyetinde ortaya konan dev literatürdür.

Bu arada isnat sisteminin başlangıçta tekemmül etmiş olmadığını, kopuk/kesintili isnatların yaygın olduğunu, kesintisiz/muttasıl isnat ihtiyacının ilk defa eş-Şafii tarafından “er-Risale” adlı eserinde dile getirildiğini, şu ana kadar bilinen – sadece isnat açısından- en kusursuz sahih hadis tanımının onun tarafından gerçekleştirildiğini, o yüzden kesintisiz/muttasıl isnatlarla nakledilen hadis rivayetlerini bir araya getiren eserlerin de eş-Şafii’den sonra kaleme alındığını belirtmekte yarar vardır.

  1. Sünnet ve Siyer kaynağı olarak Kur’an konusunda çağdaş dönemdeki gelişmeler hakkında bilgi veriniz.

Çağdaş dönemdeki ana kaynaklara yani Kur’an ve Sünnet’e dönüş çağrısının sadece hadis alanında değil siyer alanında da yansımaları olmuştur. Bu çağrı siyer alanında da makes bulmuş ve Kur’an Hz. Peygamber dönemi olaylarının tarihi gelişimi için de tarihi bir belge ve kaynak olarak kabul edilmiştir. Muhammed İzzet Derveze ve Muhammed Hasaneyn Heykel başta olmak üzere pek çok çağdaş yazar Kur’an’ı hem siyer yazımı için temel kaynak kabul etmiş hem de siyer rivayetlerini değerlendirmede temel kriter kabul etmişlerdir.

Bu bakış açısı kendisini Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğuna dair yorumlarda da göstermiştir. Mesela Aliya İzzetbegoviç Kur’an’ın aslında – bilinen modern anlamda sistematik – bir kitap olmadığını, bilakis onun hayat olduğunu söylerken, aslında Kur’an’ın vahyin hayata ve tarihe tutturulması amacıyla sergilenen 23 yıllık çabanın hikayesi ve kayıtları olduğunu ima etmektedir. Dolayısıyla Hadis koleksiyonlarında, Siyer, Mağazi ve Şemail literatüründe yer alan “ahad” rivayetlerle kıyas dahi kabul etmeyecek kadar sağlam ve güvenilir bir biçimde “tevatüren” bize intikal etmiş olan Kur’an’ın İslam’ın kurucu metni olmak yanında Hz. Peygamber ve dönemine dair en güvenilir belge olma niteliğini kazanması pek te beklenmeyen bir gelişme değildir.

  1. Çağdaş araştırmalar ve gelişmeler ışığında çeşitlenen, Hz. Peygamber ve dönemine dair bilgi kaynaklarımız hakkında bilgi veriniz.

Klasik İslami ilimler geleneğinde Hz. Peygamber ve dönemi söz konusu olduğunda yazılı bir doküman olarak Kur’an’a nadiren başvurulmuş olması bir yana bırakılırsa, genellikle siyer, mağazi, şemail, tarih ve hadis literatürünü dolduran rivayetler esas alınmış görünmektedir. Günümüzde ise bu döneme dair bilgi kaynaklarımız oldukça çeşitlenmiş durumdadır. Sayıları on’u bulan bu kaynaklar güvenilirlik ve kesinlik sıralamasına göre şu şekilde sıralanabilir:

  1. Kur’an
  2. Peygamber’in orijinal diplomatik mektupları
  3. Peygamber’e ve dönemine ait olduğu kabul edilen “kutsal emanetler” malzemesi.
  4. Hicaz bölgesi kaya yazıtları
  5. Arabistan bölgesine ait arkeolojik bulgular
  6. Nümizmatik bulgular
  7. Peygamber’in çağdaşı tarihi kaynaklar( İmparatorlukların kronikleri, seyahat notları, resmi ve dini nitelikteki raporlar vb)
  8. Peygamber öncesi döneme ait çoğu Güney Arabistan’a ait yazılı malzeme
  9. Yemen’in başkenti San’a’daki el-Cami el-Kebir restorasyonu esnasında bulunan ve Kur’an fragmanları dahil Hz. Peygamber dönemine yakın elyazması malzeme ihtiva eden koleksiyon
  10. Hadis, siyer, mağazi, tarih, şemail literatüründe yer alan rivayet malzemesi ve Cahiliyye şiiri.
  11. Sünnet’in dindeki yeri etrafındaki tartışmalarda tarafların Sünnet anlayışları arasındaki farkı izah ediniz.

Çağdaş dönemde bu konuda gerçekleşen tartışmalarda Sünnet kavramına tarafların farklı anlamlar yüklediği rahatlıkla ifade edilebilir. Hindistan’daki Ehl-i Hadis – Ehl-i Kur’an ayrışmasında ya da Mısır’da Muhammed Abduh, Muhammed Tevfik Sıdki , Reşid Rıza, Mahmud Ebu Rayye gibi Kur’an ve Sünnet’e dönüş çağrısının taraftarları ile geleneksel muhafazakar ulema arasındaki ayrışmada, Sünnet kavramına yüklenen anlam ve içeriğinin belirlenmesi başat bir rol oynamıştır. Her iki bölgedeki ayrışmada geleneğe değil de ana ve asli kaynaklara yani Kur’an ve Sünnet’e dönme çağrısına sıcak bakanlar genellikle Kur’an’ı Sünnetin de temel kaynağı olarak görme eğilimindedirler. Ardından Sünnet dendiğinde ameli sünnetler/mütevatir sünnetler/ uygulamalı sünetler/tevarüs edilen sünnetler/yaşayan sünnetler şeklinde adlandırılan ve Hz. Peygamber döneminden bugüne nesilden nesile uygulama olarak aktarılan hususlar gelmektedir. Hadis, siyer, mağazi, şemail ve tarih literatüründe yer alan rivayet malzemesi ise ancak üçüncü sırada gelmekte ve ilk iki sıradaki kaynaklarla uyum halinde olmak kaydıyla geçerlilik kazanabilmektedir. Bu yaklaşıma mukabil hem Hind-Pakistan alt kıtasının Ehl-i Hadis’i hem de Mısır ve çevresindeki ülkelerin muhafazakar geleneksel uleması büyük ölçüde Sünnet ile ahad hadis rivayetlerini özdeş kabul eden bir bakış açısına sahip görünmektedirler.

  1. Hz.Peygamber’in ve Sünnet’inin dindeki yerini ve konumunu belirleme amacıyla başvurulan ayetlerin tasnifine dair gelişmeler hakkında bilgi veriniz.

Konuyla ilgili tartışmalarda ve gelişmelerde genellikle ayetler belli bir sistematiğe riayet edilmeksizin dağınık bir biçimde ve bütünlük ve kapsamlılık çabası olmaksızın kullanılagelmiştir. Çağdaş dönemde ise Sünnet’in dindeki yeri ve konumu meselesiyle ilgili görülen ayetlerin sistematik olarak  eksiksiz bir listesini çıkarma çabası dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu konuda ilk örneklerden birisinin “Hucciyyetu’s-Sunne” başlıklı ve alanında yapılan ilk doktora tezlerinden kabul edilen çalışmada Abdulğani Abdulhalık tarafından denendiğini söylemek mümkündür. Daha sonra el-Mevdudi de benzer bir tasnif geliştirmeye çalışmıştır. Bu ikisinden sonra bunların da eksikliklerini tamamlamak üzere benzer bir tasnif altında ayetler daha kapsamlı olarak Mehmet Hayri Kırbaşoğlu tarafından “İslam Düşüncesinde Sünnet” adlı eserde bir araya getiririlmiş bulunmaktadır.

  1. Hz.Peygamber’in ve Sünnet’inin dindeki yerini ve konumunu belirleme amacıyla başvurulan ayetlerin maksada delaleti itibariyle tasnifine dair bilgi veriniz.

Sünnet’in dindeki yeri ve rolüne dair genel olarak ayetleri bütünlüklü bir biçimde tespite yönelik çalışmalara ek olarak çağdaş dönemde bu tür ayetlerin maksada delaleti açısından da tasnif edilmeye çalışıldığı ve maksada delaleti tartışmalı veya oldukça şüpheli olan ayetlerin gelişmeleri olumsuz etkilemesini engellemek amacıyla özellikle belirlenmesine özen gösterildiği dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu amaçla konuyla ilgili ayetlerin;

  1. Maksada delalet eden ayetler
  2. Maksada delaleti söz konusu olmayan ayetler
  3. Maksada delaleti tartışmalı veya şüpheli olan ayetler

şeklinde tasnifi cihetine gidilerek bilhassa (b) ve (c) gurubundaki ayetlere başvurulmasının konuları daha da karışık hale getirmesinin önüne geçilmek amaçlanmaktadır. Öte yandan bu tasnifte ilk şıkta yer alan ayetlerin, konuyla ilgili olarak diğer iki şıktaki ayetlere gerek bırakmayacak nicelik ve nitelikte olduğu da gözlemlenmektedir ki, bu  durum Sünnet’in dindeki yerine dair tartışmaların daha sağlıklı bir zeminde yürütülmesine ciddi bir katkı sağlayabilecektir.

  1. Sünnet’in dindeki yerine dair tartışmalarda Sünnet’in de vahiy olduğunu gösterebilmek için başvurulan ayetlerden maksada delaleti mümkün görünmeyenlere örnek olarak (53,en-Necm,3-4) ayetlerinin niçin konuyla ilgisi olmadığını izah ediniz.

Bu ayetin konuyla ilgili olup olmadığını ortaya koymak için atılması gereken ilk ve en önemli adım ayet parçacı/atomcu bir şekilde ele almaktan kaçınmaktır. Bu amaçla;

  1. a) ayet bütünlüğü,
  2. b) ayet gurubu bütünlüğü,
  3. c) sure bütünlüğü,
  4. d) Kur’an’ın genel bütünlüğü,

olmak üzere bütünlük ilkesine riayet edildiği, keza Kur’an’ı anlamada zorunlu bir unsur olan “siyak-sibak/tarihsel bağlam” göz önüne alındığında, bu ayetlerin Sünnet’in de Kur’an gibi vahiy ürünü olduğunu ileri sürmek mümkün görünmemektedir. Zira Kur’an’da birçok ayette Hz. Peygamber’in ortaya çıkan bazı hatalar karşısında birtakım uyarılara muhatap olduğu açık ve net olarak görünmektedir. Sünnet’in de vahiy olduğu varsayıldığında, bu defa Sünnet vahyi ile Kur’an vahyinin çatışması ve çelişmesi gündeme gelecektir ki, bu Allah’ın adaletine nakisa getirmeye varacak kadar riskli sonuçlara yol açabilecek bir yaklaşım olsa gerektir. Öte yandan Rasulullahın Kur’an’daki kendisine yönelik uyarılar karşısında “Ya Rabbi hem Sünnet (gayr-i metluv vahiy) olarak bana “şunu şöyle yap” diyorsun, sonra da Kur’an vahyi ile bana “niye öyle yaptın?” diye uyarıda bulunuyorsun” demesi de mantıken haklılık kazanacaktır. Öte yandan tarihsel bağlamına bakıldığında bu iki ayetin Sünnet’in de vahiy olduğu iddiasıyla alakasını kurmak mümkün görünmemektedir; zira hem bu iki ayet hem de bu iki ayetin içerisinde yer aldığı ayet gurubu (1-18.ayetler) Hz. Peygamber ile müşrikler arasındaki bir tartışmayla ilgilidir ki bu da vahiy olgusudur. Bu ayetlerin nazil olduğu dönemde –hatta Kur’an’ın tamamının nüzul dönemi boyunca – Hz. Peygamber ile müşrikler arasında Sünnet’in dindeki yeri meselesi hiçbir zaman gündeme gelmemiştir. Bilakis tartışma konusu olan daima Hz. Peygamber’in peygamberliği ve Kur’an vahyi olmuştur. Nitekim erken dönem müfessirlerinin de bu iki ayette kastedilenin Kur’an vahyi olduğunu açık ve net olarak ifade etmeleri de bu konuda önemli bir başka ipucu teşkil etmektedir. Sonuç olarak bu ayetlerin Sünnet’le ilgili olduğunu ileri sürmek yukarıdaki mülahazaların ışığında mümkün görünmemektedir.

  1. Sünnet’in dindeki yerine dair tartışmalarda Sünnet’in de vahiy olduğunu gösterebilmek için başvurulan ayetlerden maksada delaleti tartışmalı olanlara örnek olarak içerisinde “Hikmet” kelimesinin geçtiği ayetlerinin niçin konuyla ilgisinin tartışmalı olduğunu izah ediniz.

Kur’an’da Kitap ve Hikmet’in yan yana zikredildiği ya da Hikmet’in Hz. Peygamber’e öğretilen bir şey olduğuna dair ayetlerde geçen hikmet, Sünnet olabileceği gibi Kur’an’ın kendisi ya da genel anlamda vahiy geleneğindeki hikmet te olabilir. Bu gibi ayetlerde Hikmet’in Sünnet anlamına gelmesi mümkün olmayanları da vardır. Özetle denebilir ki, her sünnet hikmettir, ancak her hikmet sünnet değildir, yani hikmet, içerisine sünnet’i de başka hususları da alacak kadar geniş bir kavramdır. Böyle olunca da Hikmet=Sünnet özdeşliğinin zorunlu olduğundan söz etmek zorlaşır, bu ise ilgili ayetleri kesin birer delil olarak sunmayı imkansız, en azından tartışmalı hale getirir. Bu sebeple bu gibi maksada delaleti tartışmalı ayetlere bu gibi konularda başvurmaktan sakınmak – tartışmaları gereksiz yere uzatmamak adına – daha isabetli görünmektedir.

(Bkz. İslam Düşüncesinde Sünnet, s.195-196)

  1. Sünnet’in dindeki yerine dair parçacı/atomcu bir yaklaşımla tek tek ayet ve hadis rivayetlerinin kullandığı tartışmalara alternatif olarak Kur’an ve Sünnet’in sunduğu öğretilerin mukayesesine dayanan yaklaşım hakkında bilgi veriniz.

Hem bütünlük hem de makasıd yaklaşımını başarıyla bir arada uygulayan bu alternatifin sahibi eş-Şatıbi’dir. “el-Muvafakat” adlı eserinin ilk cildinin ilk fasıllarında eş-Şatıbi İslami öğretiyi “Zaruriyyât- Hâciyyât- Tahsiniyyât” kategorilerine ayırarak ele almış, Zaruriyyât’ı da  “Canın-malın-aklın-dinin-neslin korunması” başlıkları altında incelemiştir. İşte bu tasnifleri yaptıktan sonra eş-Şatıbi Kur’an’ın öğretisi ile Sünnet’in öğretisini arasında bu kategoriler ve alt başlıklara göre bir mukayese yapmış ve Kur’an ve Sünnet arasında,  amaç, hedef ve değerler alanında tam bir mutabakatın olduğunu göstermeye çalışmıştır.

eş-Şatıbi’nin bu yaklaşımı bilhassa Kur’an’a aykırı olduğu gerekçesiyle tartışma konusu olan ahad hadis rivayetlerinden hareketle, Hadis ile Sünnet’i özdeşleştirerek Sünnet konusunda olumsuz bir bakış açısına sahip olan kesimler için oldukça aydınlatıcı bir yaklaşım gibi görünmektedir.

  1. Sünnet’in dindeki yerine dair tartışmalarda başvurulan peygamberlerin “İsmet”i konusunu değerlendiriniz.

(Bkz. İslam Düşüncesinde Sünnet, s.199-203)

  1. Sünnet’in dindeki yerine dair tartışmalarda başvurulan “Kudsi hadis” kavramının maksada delaleti  konusunu özetle değerlendiriniz.

(Bkz. İslam Düşüncesinde Sünnet, s.240-254)

  1. Ebu’l-A’lâ el-Mevdûdî’nin Sünnet anlayışı konusunda bilgi veriniz.

(Bkz. Daniel Brown, İslam Düşüncesinde Sünneti Yeniden Düşünmek,111-116; Charles Adams, BAZI ÇAĞDAŞ MÜSLÜMANLARIN NAZARINDA HADİSİN OTORİTESİ -Mevdudi’nin Hadis Anlayışı –

( http://www.islamiarastirmalar.com/magazine/tr-bazI-cagdas-muslumanlarIn-nazarInda-hadisin-otoritesi-mevdudinin-hadis-anlayisi-473.html?page=archive&sid=df9f963f4aa76a3c49fba221dc582364http://isamveri.org/pdfdrg/D00064/1994_3-4/1994_3-4_ALPDEMIRN.pdf)

Başarılar

MEHMET HAYRİ KIRBAŞOĞLU