BEGIN TYPING YOUR SEARCH ABOVE AND PRESS RETURN TO SEARCH. PRESS ESC TO CANCEL

Yeni Şafak Röportaj: İslam, tartışıldıkça daha da güçleniyor

Röportaj: Mustafa Karaalioğlu 26 mayıs 2002/ Pazar
1954 yılında Manisa’da doğdu. Küçük yaşta İslami muhitlerle tanıştı ve kendi deyimiyle bu tanışıklık onun hayatını değiştirdi. O günden beri, bıkmadan usanmadan okuyor. Mezunu olduğu Ankara İlahiyat’ta profesörlüğe kadar akademik kariyer yaptı. 2 yıl da Suudi Arabistan’da öğretim üyeliği görevinde bulundu. Özellikle İslamiyat Dergisi’ndeki makalelerinde dile getirdiği yenilikçi görüşleriyle dikkat çekiyor. Prof. Kırbaşoğlu, bu konuda şöyle diyor: “Modernist olarak biliniyorum. Ama ben modernistliği tamamen metodik anlamda kabul ederim. Yoksa kültürel olarak gelenekçiyim. Biz ancak, yöntem konusunda ve İslam’ı 21.yüzyılın şartlarında yaşanabilirliğini sağlama adına modernist olarak görülebiliriz.” 20 civarında akademisyenden oluşan İslamiyat, temel hareket noktası bilimsellik olan son derece faal bir grup. İslamiyat Dergisi 5.yılını doldurdu, Kitabiyat adı altında da bilimsel kitaplar yayınlıyorlar. Dünyanın önde gelen bütün ilim adamları ile akademik ilişki içindeler.

Bilmen ve Akseki ilmihalleri bugüne hitap etmiyor
Ömer Nasuhi Bilmen ve Ahmed Hamdi Akseki ilmihalleri 21. yüzyıla yazılmış ilmihaller değil. Daha çok 8. 9. yüzyıla ait bilgiler içeriyor. Çoğunluğu Arapça yazılmış fıkıh kitaplarından çevrilmiş. Okuyanı, Arapça biliyor varsayıyor ya da sadaka için hurma ve kuru üzümü örnek veriyor. İlmihali güncellemek zorundayız. Düşünsenize kadınların özel hallerinden bahseden ilmihalleri bile erkekler yazmış. Bu durum asr-ı saadetle mukayese edildiğinde bir gerileme. Çünkü, ‘asr-ı saadet’te bu konuda otorite Hz. Ayşe’dir. Kadın o toplumda çok aktif. Cuma namazına geliyor. Hatta, peygamberimiz kadınların çocuklarla birlikte bayram namazına gelmesini istiyor.

Hem dînî, hem de seküler alandaki takiyyenin önüne geçmenin tek yolu var, o da açıklık. İslam ne kadar tartışmaya açılırsa o kadar güçleniyor. 14 asırlık tecrübemiz, özgürlük olduğunda İslam fikriyatının geliştiğini ve zenginliğin arttığını gösteriyor. Diyanet, sizin de katıldığınız bir güncel dini meseleler istişare toplantısı yaptı. Amacı da şu: “Problemleri sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturmak ve toplumu aydınlatıp ve müşterek bakış açısı geliştirmek.” İslami meselelere çözüm böyle mi tarif edilir?

Toplantıyı gayet iyi özetleyen bir ifade bu. Bunların hepsi tartışılarak hesaplanarak bulunan cümleler. İslam dünyası birçok problem yaşıyor ve bunların hepsi de çözüm bekliyor. Öncelikli konu da bu meselelerin çözümü için izlenmesi gereken yolu bulmaktır. Çözüm için bir iyi niyet ve irade var ama yöntem belirlenebilmiş değil.

Sizi epeyi heyecanlandırmışa benziyor…

Doğrusunu söylemek gerekirse heyecanlanmam şöyle dursun çok moralimi de bozdu. Fakat sonradan ne oldu bilmiyorum, sanki bir sihirli el dokundu ve oturumlar birden akışkanlık kazandı ve ilerledikçe daha da iyi oldu. O anlamda heyecanlandığımı söyleyebilirim.

Şiddetli çatışma halinde olan hocalar büyük bir uyum içinde çalıştınız. Bu nasıl oldu?

Bunu ben de anlayamadım. Kesinlikle sihirli bir el değdi. Toplumda demek ki bir talep vardı ve biz de bundan etkilendik. İşin doğrusu kimse de çatışma falan istemiyor.

Sorunların çözümü için bir yöntem bulabildiniz mi peki?

Şimdi, “bir yöntem oluşturalım da herkes bu yöntemi alıp bütün sorunları otomatik olarak çözsün” diye bir beklenti içine girmemek lazım. Konular, tarihsellik ve bütünsellik meseleleri ele alındı. Bugüne kadar, bir konuyu gündeme alırken ayetleri tek tek değerlendirdik. Böyle olunca herke aynı konuda Kur’an’da kendi fikrini destekleyecek ayet bulabilir. Ama, o konuyla ilgili lehte aleyhte bütün ayetleri bir bütünlük içinde ele aldığınızda uzlaşma şansı daha fazladır. Zaten, şer’i deliller tarif edilirken “ayet-hadis”denmemiş, “Kur’an-sünnet” denmiştir. Tek ayete bakarsanız yanılabilirsiniz, kitaba bakmanız gerekir.

Artık, “vatandaş sorunları için açsın Kur’an’ı baksın” demiyorsunuz. Bu, bir anlamda mealciliğin iflası anlamına mı geliyor?

Hem iflası hem de zaferi. Zaferi çünkü, Kur’an’ın gündeme girmesinde mealci denilen kesimin büyük rolü var. Tabiî, daha öncesinde Selefi bir Kur’an ve sünnete dönüş çağrısı Abduh’lar Reşit Rıza’lar var. Ama gerek Selefiler’in gerek Mealciler’in Kur’an’a gidiş için bir yöntemleri yok. Sadece Kur’an ve sünnete dönüş noktasında kalırsanız o da “Kur’an İslam’ı”ya da “Sünnet İslam’ı” diye dayatmaya dönüşür. Herkesin aynı şekilde anladığı İslam varmış gibi.

‘Dinde reform’ sloganı da etkisizleşti mi artık?

Bu gibi kavramlar, dilimizde sabıkalı. Bence bunlar rahatsızlık doğruyorsa bunlardan vazgeçmek lazım. Abant toplantısında bir karar alınmıştı: İslam’la ilgili her türlü yorumu yapmak sadece Müslümanlar’ın tekelindedir. Kimse Müslümanlar’a bir dayatma yapamaz. İslam’da yeni bir yorum çıkacaksa bunu kendiliğimizden yapacağız.

Prof. Yaşar Nuri Öztürk, Diyanet toplantısında bugüne kadar savunduğu fikirlerin tartışılıp kararlaştırıldığını söyledi. Gerçekten böyle mi oldu?

Prensip olarak, gerçek bir bilim adamının “ben” demesini kabul etmem. Tabiî ki bu iddiası gerçeği yansıtmıyor. Bırakın Yaşar Nuri Bey’i, fikirlerinden beslendiği Hüseyin Atay ve Süleyman Ateş’in görüşlerine bile zemin hazırlayan ve çok eskilere giden bir bilim geleneği var. 18.yüzyıla giden bir damar var. Dahası, “yeni”diye söylenen ve toplantıda da gündeme gelen şeyler gelenekte de var. Birçokları yazıldı, çizildi de.

Sizdeki bu iyiniyeti görünce, İslam’ı protestanlaştırma ve beyazlaştırma vs. gibi projeleri düşündüğüm için kendimi komplo teorisyeni gibi hissetmeye başladım…

Baştan beri buna karşı çıktım çünkü, Hıristiyanlık dünyevi hayata dair iddiaları olmayan bir din görünümünde. Oysa İslamiyet toplumsal talepleri olan normatif bir yöne sahip. Mesela, haksız kazancın her türlüsü, zulmün her türlüsü haramdır ve devlet ya da piyasa bunları bir yöntem olarak uygulayamaz. İslam’ın dönüştürücü ve direnen yanı var. Bir dinin modern şartlarda alabora olması, ya da protestanlaşması mümkün değil.

Üzerinizde bir konjonktür etkisi ya da havası ya da kendiliğinizden bunu dikkate almak gibi bir baskı hissettiniz mi?

Ben ne fakültemde, ne dergi çıkarırken ne de herhangi bir platformda böyle bir baskı hissetmedim. Belki bir-iki başka toplantıda böyle girişimlerin izleri görüldü ama hiç dikkate almadım. Her toplantı mutlaka izleniyordur. Bu yüzden ben her zaman açıklıktan yanayım. Doğrusu, dışarıda ne konuşuyorsam içeride de onu konuşmaktır.

Gelenekle modernite arasındaki hat boyu nasıl çizilebilir? Geleneğe nereden saldırılıyor, modernite nereden çıkış buluyor?

Hayat veren ve aynı zamanda can alan bir soru bu. O toplantıda İslami konuların gelenek ve modernizm bağlamında ele alınmasının açıklayıcı ve sağlıklı olmadığı kabul edildi. Modernizm denilen daha akılcı ve eleştirel bir damardır ve bunun bizim geleneğimizdeki adı tecdit’tir. Hz.Ömer’le başlayan Hz Ali, İmam-ı Azam, Mutezile ve Zeydiye ile devam eden rey ehli. Bu, nasları esas alan ama bunu yorumlamada aklı kullanan bir akımdır. Bugün Abduhlar, İkballer, Reşit Rıza’ların kökleri buraya kadar varır. Bugün, temel değerlerimiz olan Kur’an ve sünneti muhafaza eden ama bununla birlikte 14 asırlık mirasımızı sorgulamalıyız. Ama asla geleneği toptan reddetmek değil. Bu arada… Birtakım mahalli cemaat liderleri ve hocalarımız var. Bunların da bu toplantılara ve benzeri süreçlere katılmasını istiyorum. Güneydoğu’da pekçok medrese vardır ve buralarda kaynaklara vakıf insanlar vardır. Şafilik uleması da ya da Alevilik temsilcileri de katılmalı.

“Devrim” diye ilan edien şeylerin çoğu aslında sıradan inananların bildiği hususlar. Galiba toplumun bir kesimi de nüfus kağıtlarında yazılı olan dini keşfediyor. Ne dersiniz?

Kesinlikle böyle. Bu da gösteriyor ki toplum dindarlaşmak istiyor. Bunun önünü açmamız lazım. Hayatın ritmi hızlandı ve insanların çok okuma vakitleri yok. Bu gerçeği görüp İslam’ın temel değerlerine bağlı kalarak bu şartlara göre birtakım uyarlamalar yapmalıyız. Hiç kılamamaktansa, vakitleri birleştirme ruhsatı böyledir. Gerekirse mezhep kalıplarını da genişletelim. Sünniliğin dışındaki önerilere de kulak verilebilir. Kadından da devlet reisi olabileceğini söyleyen Hariciler’in Şebibiye kolu mu hak, yoka kadından devlet başkanı olmaz diyen Sünniler mi hak? Ne yapıp yapıp her şeyi bilimsel zemine oturtmalıyız.

Sürekli, “bilimsel” diyorsunuz. Neden, “ilmi” kelimesini kullanmıyorsunuz?

Haklısınız… Burada bir dil alışkanlığı ya da bilinç şartlanması var. İlmi demem lazım çünkü bu kelimeye daha yakınım.

Toplantınızın sonuç bildirisinde başörtüsü sorununu açıkça dile getirmediğiniz için eleştiri aldınız. Bu niye yazılmadı?

Tam aksine, sadece başörtüsü değil her türlü ayrımcılıkla Türk toplumundaki kadınların çalışma ve eğitim hakkının önündeki her türlü engelin kaldırılması istendi. Bunu Müslümanlar’ın daha kapsayıcı bir söyleme doğru ilerlediği şeklinde de yorumlayabilirsiniz. Baskıların, çağdaşlaşma konseptine ve cumhuriyet ilkelerine ters düştüğü söylenerek; bunların çağdaşlığın ve cumhuriyetin gereği olduğunu iddia edenlere de bir cevap verilmiştir. Nasıl okuduğunuza bağlı yani…

Tabiî insanların canı yanmış olduğu için satır aralarını okumalarını bekleyemezsiniz. Siz, bunu nasıl okuyorsunuz?

Gayet tabiî. Ben o maddeyi, “başörtüsüne serbestlik getirilmelidir” şeklinde anlıyorum ve bunun yasaktan yana olan inanlara karşı da bir vurgu olduğunu düşünüyorum. Böyle bir ifade, bence daha kapsamlı ve etkili olmuştur.

http://www.yenisafak.com/arsiv/2002/mayis/27/roportaj.html