BEGIN TYPING YOUR SEARCH ABOVE AND PRESS RETURN TO SEARCH. PRESS ESC TO CANCEL

HZ. FATIMA’YA(r.a) SADECE SEVGİ DEĞİL, BİRAZ DA “SAYGI”!

Allah Rasulü’nün İslam’ı hayata ve tarihe tutturmak için giriştiği mücadele ve bu uğurda yol arkadaşlarıyla sergilediği çabalar, İslam’ın ilk ve kurucu tecrübesi olarak Müslümanlar nezdinde daima fevkalade önemi haiz ola gelmiştir. Bu itibarla her Müslüman gibi benim için de Hz.Peygamber ve dönemi son derece değerli, önemli, ilginç ve ilham verici olma özelliğini sürekli muhafaza etmiştir. Asr-ı Saadet adı da verilen bu dönemin Müslümanlar nezdindeki bu fevkalade önemi, bu döneme dair bize intikal eden –başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere – devasa malumattan da kolayca anlaşılmaktadır. Ancak bu muazzam kültür mirasına rağmen, sözünü ettiğimiz bu malumata nasıl yaklaşılacağı, ondan nasıl yararlanılacağı konusundaki farklı bakış açılarından dolayı bu döneme ait pek çok olay ve Hz.Peygamber dahil pek çok şahsiyet hakkındaki değerlendirmeler ve yaklaşımlar konusunda da farklılaşmalar ortaya çıkmıştır.
İ

şte bu dönemin önde gelen şahsiyetlerinden birisi olarak Hz. Peygamber’in kızı Fâtıma da bu süreçteki gelişmelerden nasibini almış bulunmaktadır. Burada bunlara kısaca işaret ettikten sonra, Hz.Fatıma’nın günümüzde bizler için anlamı ve değeri konusunda görüş ve düşüncelerimizi sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Öncelikle işaret edilmesi gerekir ki, biz Müslümanların Hz.Fatıma hakkındaki bakış açılarını belirleyen sadece sözünü ettiğimiz bu malumat manzumesi değildir. Büyük ölçüde yazılı malzeme şeklinde bizlere intikal etmiş olan bu malumat yanında, genel halk kitleleri için belki de asıl belirleyici olan “halk muhayyilesi”nin de önemli bir rolü olduğunu göz ardı etmemek gerekir. O kadar ki, Hz. Fatıma konusundaki bu yaratıcı halk muhayyilesinin hala aktif olduğunu gösteren örneklere günümüzde bile rastlamak mümkündür. Rastgele bir örnek olarak Bolu ve Manisa çevrelerinde bazı sofu hanımların “böğürtlen” yememelerinin sebebine dair şu söylentiyi gösterebiliriz: Söylentiye göre bir gün Hz.Fatıma yolda yürürken böğürtlen çalılarının dikenleri onun ayaklarını kanatmış, daha sonra kızının halini gören Hz.Peygamber böğürtlene hitaben “Seni yiyen benim şefaatıma nail olmayasın” demiş.
Mekke-Medine bölgesinde böğürtlenin yetişip yetişmediği meselesi bir yana, böyle bir söylentiye , uydurma hadislere dair Sünni eserlerde bile rastlamamız mümkün olmamıştır. Muhtemelen Şia kaynaklarında da durum farklı olmasa gerektir. Dolayısıyla halk inançlarının da konusu olarak Hz.Fatıma tasavvurunun halk muhayyilesi tarafından da şekillendirildiği aşikardır. Hatta Alevilerde Nevruz gününün aynı zamanda Hz. Ali’nin doğum ve Hz. Fatıma ile ile evlilik günü olduğu, bu kutlamalarda üç adet böğürtlen dalının kullanıldığı göz önüne alınarak, yine bu halk muhayyilesinin Hz. Fatıma ile böğürtlen arasında dolaylı bir ilgi kurmaktan geri kalmadığı da ifade edilebilir. Keza halkımız arasında pek meşhur olan “Bal tefsiri” adlı asılsız ve uydurma metinden tutun da “(Ey Muhammed) sen olmasan âlemleri yaratmazdım, Ali olmasa seni yaratmazdım, Fâtıma olmasaydı her ikinizi de yaratmazdım” şeklindeki asılsız ve uydurma sözler ilk anda akla gelen bazı örnekler arasında zikredilebilir. Kuşkusuz toplumsal muhayyilenin bu faaliyeti sadece Hz. Fatıma ile sınırlı değildir, bilakis bizzat Hz.Fatıma’nın babası Hz.Peygamber’in kendisi de bu faaliyete konu olagelmiştir. Bunun en tipik örneğini ise, aynı zamanda edebi bir ürün olan, Süleyman Çelebi’nin, halk arasında “mevlid” olarak bilinen “Vesîletu’n-Necât” adlı manzum eseri oluşturmaktadır. Zira bu eserde Hz. Peygamber hakkında anlatılanların pek çoğu, en çürük yazılı kaynaklarda bile rastlanması mümkün olmayan detaylardan ibarettir. Aslında bunları bilimsel bilgiye dayanmayan, sadece şairin yaratıcı muhayyilesinin ürünü olan süslemeler olarak görmek daha isabetli olsa gerektir.

Müslümanlar nezdindeki Hz. Fatıma tasavvurunu belirleyen bu “halk muhayyilesi veya toplumsal muhayyile” bir anlamda Hz. Fatıma’ya yönelik duygusal yaklaşımın bir ürünüdür. Ancak bu duygusallık sadece bu tür halk inançları veya söylentilerle sınırlı değildir. Bilakis bu duygusallığın izlerini, yazılı literatürdeki “mevzû(uydurma)” rivayet malzemesinde de görmek mümkündür.
Bütün bunların Hz.Fatıma’ya olan sevgimizin yanlış bir biçimde ifadesi olarak değerlendirilmesi elbette yanlış olmayacaktır. Elbette Hz. Fatıma’yı sevmek güzel, hem de çok güzel bir şey! Ama ona olan sevgimizi göstermemizin yolu sadece söylentilerin ürünü ve toplumsal muhayyilenin yarattığı bir Hz. Fatıma peşinde delicesine koşmaktan ibaret değildir. Ona karşı sevgimizin de göstergesi olarak kabul edilebilecek olan bir yol daha vardır: Saygı !

Peki Hz. Fatıma’ya saygımızı göstermek için neler yapabiliriz?

Her şeyden önce gerçek Fatıma ile muhayyilelerimizde yarattığımız Fatımalar arasında bir ayrım yapmak gerektiğinin farkına varmakla işe başlayabiliriz. Ardından gerçek Fatıma’yı gölgeleyen, gizleyen ve saklayan diğer muhayyel Fatımalara dair bilgi kirliliğine son vermek için kolları sıvamaya girişebiliriz. Bu amaçla atılması gereken adımların başında ise kuşkusuz, ilmi kriterler karşısında ayakta kalması mümkün olmayan uydurma(mevzû) ve çürük rivayet malzemesini, asılsız söylentileri tespit edip ayıklamak gelmelidir. Burada şu husus hemen belirtelim ki, bu gibi bilgi kirlenmesinden nasibini almamış hemen hiçbir mezhep, ekol ,akım, cemaat veya tarikat olmadığı gibi, bu gibi çevrelerce tarih boyunca oluşturulmuş olan literatür de bu kirliliğin sayısız örnekleriyle gözlerimizin önünde durmaktadır. Bu konudaki uydurma rivayetlere dair yukarıda işaret edilenlere ilave olarak, mesela Sünni geleneğe ait bir eser olan İbn ‘Arrâk’ın Tenzîhu’ş-Şerîati’l-Merfû’a ‘ani’l- Ahbâri’ş-Şenîati’l-Mevdû’a (Beyrut,1981) adlı kitabına (I.407,v.d) bakmak bile yeterli bir fikir verebilir. Bilhassa Şii ve Sünni geleneğe ait İslami eserlerde bu gibi bilgi kirliliği örneklerine verilebilecek örnekler sayılamayacak kadar çoktur. Bu sebeple bütün İslami mezhep, ekol, akım, cemaat ve tarikatler gerek yazılı gerek sözlü geleneklerinde mevcut Hz.Fatıma tasavvurlarını acilen gözden geçirip, bilimsel kriterlere uygun sağlam ve güvenilir bilgilere dayalı bir hale getirmedikçe, ona karşı saygı ve sevgi besledikleri iddiaları havada kalacaktır. Tabiatıyla bu konuda asıl mesuliyetin, İslam ilim ve fikir erbabına düştüğünü izah etmeye bile gerek yoktur. Tabiatıyla bu konuda esas alınması gereken ilmi kriterlerin neler olduğu veya olması gerektiği konusunda asırlar boyunca hadis, siyer, şemail, mağazi ve tarih alanındaki rivayet malzemesinin sağlamını çürüğünden ayırmak için geliştirilmiş olan kriterler ve teknikler de yeniden gözden geçirilmeli, gerekli düzeltmeler yapıldıktan sonra, hangi mezhep veya ekole, cemaat veya tarikata ait olursa olsun, bütün rivayet malzemesine müştereken uygulanabilecek objektif bir metodoloji geliştirilmesi hedef edinilmelidir. Zira rivayet malzemesine mezhepçi bakış açısıyla yaklaşılmasının, ne gibi istenmeyen olumsuz sonuçlara yol açtığını görüp te tarihten ders almazsak, istenen sonuçlara ulaşılması fevkalade zor, belki de imkansız olacaktır.

Meselenin ilmi yönü bir yana, böylesi, bütün mezhep, ekol ve akımları kuşatan, hepsinin müştereken benimseyebileceği objektif bir yöntem belirlenmesi ve Hz. Fatıma ile ilgili rivayet malzemesinin bu yöntem dahilinde olabildiğince objektif, tarafsız, mezhep taassubundan uzak bir biçimde ele alınması, İslam Ümmetinin her zamankinden daha çok muhtaç olduğu birlik idealine de fevkalade önemli katkılar sağlayabilir ve bütün Müslümanların ortaklaşa benimseyebilecekleri gerçek(çi) bir Hz. Fatıma tasavvuru bu süreçte önemli bir rol de oynayabilir. Bilebildiğim kadarıyla henüz böylesi bir bilimsel çalışma İslam Dünyasında gerçekleştirilmiş değildir,bu da ilim ve fikir erbabının bu meseleye acilen el atması gerektiğini açıkça gözler önüne sermektedir.
Gerçek Hz. Fatıma’yı bütün saflığı ve pâklığıyla ortaya çıkarmak amacıyla bir yandan bu rivayet malzemesinin yol açtığı bilgi kirliliğinin ortadan kaldırılması için çalışmalar yapılırken, öte yandan ilim ve fikir erbabının girişmesi gereken bir başka entelektüel çaba daha vardır ki, bu da kısaca “yorum” ile ilgilidir. Zira gerçek Hz.Fatıma’nın üstünü örten tarihi tortular sadece uydurma, asılsız ve çürük rivayetlerden değil, en az onlar kadar, yapılan yanlış, kasıtlı ve mezhep taassubuna dayanan yorumların yol açtığı bilgi kirliliğinden de kaynaklanmıştır. Hatta bu konudaki bilgi kirliliğinin yol açtığı problemler ve olumsuzluklar en az rivayetlerin yol açtığı kirliliğin olumsuzlukları kadar önemlidir. Bilhassa birtakım Kur’an âyetlerinin objektif, nesnel ve ikna edici olmayan gerekçelerle, çoğunlukla bağlamı göz ardı edilerek, yine çoğunlukla baştan beri sözünü ettiğimiz uydurma, asılsız ve çürük rivayet malzemesine dayanılarak, genellikle de herkesin kendi mezhebi ve meşrebi doğrultusunda yorumlanması, daha doğrusu Kur’an’a göre kurgulanan mezhep görüşünden ziyade mezhebe göre kurgulanan Kur’an anlayışının tercih edilmesi, beraberinde inanılmaz bir bilgi kirliliğini de getirmiştir. O kadar ki , ister sünni, ister şii, ister diğer mezhep, ekol ve akımlar söz konusu olsun, bu yorum kirliliğinden uzak kalabilmiş bir tefsir, ya da başka bir eser bulmak neredeyse imkansız bir hale gelmiştir. Tabiatıyla bu kirliği temizlemek zannedildiği kadar kolay bir iş değildir. Zira öncelikle –hangi mezhep veya meşrepten olursak olalım- asırlardan beri tevarüs ettiğimiz ve tartışılmaz addettiğimiz doğrularımızı, yine her mezhep ve meşrepten ilim ve fikir erbabının müşterek çabasıyla ve katkısıyla ortaya konması beklenen, taassuptan ve ön yargılardan uzak, olabildiğince objektif bir “yorum yöntemi” üzerinde çalışmak gerekir. Çünkü rivayet malzemesinin nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusundaki farklı metodolojik yaklaşımlar sonuçta nasıl farklı tasavvurlara yol açmışsa, yorum konusundaki yöntem farklılıklarının da farklı tasavvurlara yol açması kaçınılmazdır. Bu noktada, yine şii, sünni, zeydi, ibadi, mutezili, selefi, sufi ayrımı yapmaksızın bütün mezhep ve meşreplerin geleneksel yaklaşımlarını gözden geçirmeyi göze alma cesaret ve olgunluğunu göstermesi ve ortak bir yorum yöntemi geliştirme konusunda işbirliğine hazır olmaları da son derece önem arz eden bir husustur.

Aslında Hz. Fatıma özelinde yaptığımız bu değerlendirmeler, İslam Ümmeti içerisindeki farklılıkların asgari düzeye indirilmesi ve Ümmetin birliğini zedeleyici olmaktan çıkarılması açısından da fevkalade önemli sonuçlara da yol açabilecektir. Zira gerçek Hz. Fatıma portresi üzerinde asırlardır birikmiş olan tarihin tortularının temizlenmesi amacıyla girişilecek ortak çabalar, başka konularda da benzer işbirliği imkanlarını gündeme getirecek, bu suretle Hz.Fatıma’nın, aradan geçen on dört asra rağmen, Müslümanlar arasında birleştirici bir rol oynaması da söz konusu olabilecektir. Böylesi ortak bir çaba, aynı zamanda Hz. Fatıma’nın eski-yeni bütün mezhep, meşrep, akım, cemaat ve tarikat çevrelerinin gözde şahsiyetlerinden biri haline getirecektir. Hatta onun hayat hikayesi ve sergilediği örnek davranış modelleri sadece İslam Dünyası için değil, bütün insanlık için de bir ilham kaynağı olabilecektir. Kuşkusuz Hz.Fatıma’nın böylesi evrensel bir rol oynayabilmesi, ancak ve ancak yukarıda izaha çalıştığımız bilimsel çalışmaların gecikmeksizin başlatılması ve hızlandırılması ile mümkündür. Yoksa İslam kültür mirasımızdaki şekliyle, hiçbir sorgulamaya tabi tutulmaksızın, tarihin tortularının yol açtığı bilgi kirliliğini temizlemeksizin doğru-yanlış, sağlam-çürük, Hz.Fatıma hakkında ne varsa olduğu gibi sürdürülecek olursa, bu ona saygı ve sevgi göstermek değil, tam tersine ona saygıda kusur etmek demektir. Zira sıradan herhangi bir insanı bile olduğundan farklı bir biçimde tasvir ve takdim etmek ne kadar büyük bir haksızlık, ne kadar nezaketsiz bir davranış ise, aynı şeyi Hz.Fatıma’ya reva görmek çok daha büyük bir haksızlık ve daha büyük bir nezaketsizlik olacaktır. Bu konuda sorumsuz davranıp, onu bilimsel bilginin ışığında değil de tarihin tortularının karanlığında tanı(t)maya çalışmak, ona yönelik sevgi ve saygı iddiasıyla asla bağdaşması mümkün olmayan yaman bir çelişkidir.

İslam Ümmeti şu anda bu yaman çelişkiyi yaşamaya devam etmektedir. Bu çelişkiden kurtulup kurtulmamak bize bağlıdır. Ya Hz. Fatıma’ya olan sevgi ve saygımızın olmazsa olmaz bir gereği olarak yukarıda arz etmeye çalıştığımız şekilde hummalı bir ilmi ve fikri çaba sergilemeyi göze alırız, ya da ona dair bilgi kirliliğini umursamaz , ilmi zihniyeti bir tarafa bırakır ve tarihin yığdığı tortulara yenilerini ekleriz.
Yapılması gerekenin birinci şık olduğunda elbette kuşku yoktur. Zaten bizim amacımız da böyle bir entelektüel çabayı göze alabilecek, Hz.Fatıma’ya olan saygı ve sevgimizin bizlere yüklediği sorumluluğu sırtlanabilecek , müstakbel ilim ve fikir erbabına yol gösterebilme şerefine nail olabilmektir. Bu görevin yerine getirilmesinde öncü rolü ise, elbette çağdaş Fatıma’lar oynayacaktır, oynamalıdır. Şunu da unutmayalım ki, ancak bu çağdaş Fatıma’lar nesli yetiştiği takdirde rûz-ı mahşerde Hz. Fatıma’nın ve babasının yüzüne bakmaya hakkımız olacaktır.
Selam Hz. Fatıma’yı gerçek veçhesiyle tanı(t)ma uğrunda bitmek tükenmek bilmeyen bir entelektüel çabayı göze alıp, yola çıkanlara!!!